Çocuklarda Şiddet Eğiliminin Artışı
- Öykü Yavuz
- 6 Ağu
- 2 dakikada okunur

Son zamanlarda, Türkiye’de ve dünyada çocukların giderek daha fazla şiddete yöneldiğine tanıklık ediyoruz. Evet, bu durum artık bir tesadüf ya da birkaç münferit olayla açıklanamayacak kadar yaygın ve katmanlı. Elbette sosyal medyanın etkisi, eğitim sistemindeki dağınıklık, aile içi bağların gevşemesi gibi etkenler göz ardı edilemez. Ama meseleyi sadece dışsal nedenlere bağlamak da eksik kalır. Asıl soruyu sormalıyız: Çocuklar neden bu kadar kırgın, bu kadar öfkeli ve bu kadar savunmasız? Cevabı bulmak için onları birey olarak değil; bir grubun, bir çatışmanın ve de doldurulamayan bir boşluğun parçası olarak okumamız gerekir. William Golding’in Sineklerin Tanrısı, Ferenc Molnár’ın Pal Sokağı Çocukları ve Muzaffer Şerif’in Mağara Deneyi, bu kırılgan dünyanın iç yüzünü anlamamız için bizlere ışık tutabilir.
Sineklerin Tanrısı, medeniyet maskesinin düştüğü anda çocukların nasıl ilkel dürtülerine geri dönebildiklerini gözler önüne serer. Pal Sokağı Çocukları, çocuklar arasında oluşturulan grup kimliklerinin hem ne kadar koruyucu hem de ne kadar zorbalık dolu ve dışlayıcı olabileceğini anlamamızı sağlar. Muzaffer Şerif’in yaptığı sosyal bir çalışma olan Mağara Deneyi ise tüm üyeleri çocuklardan oluşan ve gruplara ayrılarak aralarında yaratılan rekabet ortamının, her iki karşıt görüşlü grup üyesinin nasıl birbirlerini ötekileştirdiğine ve canavarca düşmanlaştırdığına şahit oluruz.
Sineklerin Tanrısı’ndaki çocuklar, adada yetişkin gözetimi olmadığında vahşileşirler. Pal Sokağı’nda çocuklar kendi kurallarını koyar ve bu kurallara uymayanı dışlarlar. Mağara Deneyi’ndeki çocuklar ise sadece bir rekabet ortamında karşı grubu düşman olarak görmeye başlarlar. Bu üç örnek, şiddetin çocuklardaki kökenini yalnızca bireysel patolojiyle değil; grup psikolojisi, aidiyet arayışı ve otorite boşluğu ile açıklamamız gerektiğini ortaya koyar.
Bugün çocukların şiddete meyilli oluşlarının altında;
Aile içi ilgisizlik,
Okullarda kuralsızlık ya da aşırı baskı,
Medyanın ve oyun içeriklerinin normalleştirdiği şiddetve en önemlisi, çocukların güvenli bağ kuracakları “anlamlı” gruplar yerine dijital ya da marjinal yapılarla temas kurmaları yer almaktadır.
Çocuklar, aslında her çağda aynı temel soruları sorarlar:“Ben kimim?”, “Nereye aitim?” ve “Kendimi güvende hissediyor muyum?”
Bu sorulara doğru ve anlamlı cevap alamayan bir çocuk için, şiddet çoğu zaman bir kimlik aracı, bir aidiyet pekiştiricisi ve bir görünürlük biçimi hâline gelir. Bu konu, sadece çocuklarımızın ruhsal, zihinsel ve fiziksel sağlığı açısından değil, bir ulusun geleceği açısından da düşünülürse; alarm zillerinin çaldığı, göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir meseledir.
Şunu da belirtmeden bitirmek istemem: Çocuk eğitimi; hayatı ve insanları yeni yeni tanıyan bireylerde, doğru örneklerin ve sınanabilir bilginin kazandırılması ve onlara belli sınırların öğretilmesi ile gerçekleşir. “Neden” sorusunun cevabını vermeden koyulan yasaklar, pedagojik geçerliliği de ortadan kaldıracaktır. Meraklı gözlerle yetişkini, onun sözlerini ve davranışlarını inceleyip takip eden çocuk için, yapmamasını istediğiniz davranışı sadece engelleyerek hep istediğiniz o aklı başında, başarılı çocuğa ulaşamazsınız!
Yine söylüyorum: Çocuklar, sorularının onları tatmin edecek cevaplarını alana kadar tutum ve davranışlarını değiştirmez. Koyulan kati yasaklar, sadece bunu belli bir döneme kadar kilit altında tutar, o kadar. Çocuklarımızın eğitimi, standart müfredat sistemine bağlı kalarak geliştirilemez. Tabii onları sonradan bir papağana dönüştürmek istemiyorsanız... Onlara soru sormayı, sorgulamayı, anlam bulmayı ve kendi başlarına doğru olana güdülenmeyi öğretmediğimiz sürece, aralarında yaşanan zorbalığı da, meyilli olabilecekleri şiddeti de önleyemeyiz.
Yani, Cem Yılmaz’la yine aynı kapıya çıktık:“Eğitim şart!”
Comentários