top of page

Ya başımıza gelen bazı olumsuz durumları bizzat kendimiz kurguluyorsak?

  • Yazarın fotoğrafı: Öykü Yavuz
    Öykü Yavuz
  • 17 Haz
  • 2 dakikada okunur

Ya başımıza gelen bazı olumsuz durumları bizzat kendimiz kurguluyorsak?

Yaşanan bu kaosun kurgusu ya bizzat kendimiz tarafından yapıldıysa?


Elbette başımıza gelen ve bizim elimizde olmayan aksiliklerden veya kazalardan bahsetmiyorum. Alışveriş poşetimizin yırtılması, arabamızın lastiğinin patlaması, kaldırımda yürürken önümüze bir saksının düşmesi…


Yapılması gereken bir görevin, alınması gereken bir sorumluluğun bilindiği halde eksik veya yanlış yapılmasından bahsediyorum. Misal, bugün yatırmayı unuttuğunuz için kesilme ihbarı gelen elektrik faturanızın son günü ve siz bunu unutup ailenizle piknik yapmaya gittiniz. Üstelik ertesi günde haftasonuna denk geliyor. Cumartesi sabahı uyandığınızda birde baktınız evde elektrikler yok. Eşiniz bu duruma çok kızdı ve suçlayan ifadelerle sizin ne kadar sorumsuz bir adam olduğunuzu hatırlatıp duruyor.


Ne hissedersiniz? Kızgınlık mı? Üzüntü mü? Suçluluk? Belki de hepsi…


Faturayı gününde ödemeniz bir yana… Belki de bunu bilerek geciktirdiniz.

Hatta yaşanacak o kesintiyi — elektriklerin sabah ansızın gitmesini — içten içe istemiş bile olabilirsiniz.

Kulağa garip geliyor değil mi? Ama psikolojik gerçekler, çoğu zaman yüzeydeki davranışlardan çok daha karmaşıktır.


Bazen yorulduğumuzu, artık taşımak istemediğimiz yüklerin altından kalkamadığımızı doğrudan ifade edemeyiz.

Çünkü bunu dile getirmenin bize yakışmayacağını düşünürüz.

Çünkü güçlü görünmeliyizdir. Çünkü sorumluluklarımız vardır.

Çünkü “ben iyiyim” demeye mecbur hissederiz kendimizi.


Ama içimizdeki o sessiz çocuk, hâlâ oradadır.

Ve bazen faturaları unutmak, işleri aksatmak, o çocuğun “beni fark et” deme biçimidir.

O çocuk konuşamaz, ama olaylar yaratır.

Küçük çaplı kaoslar, unutulmalar, ihmaller...

Hepsi bir çeşit görünürlük çabası olabilir.


Transaksiyonel Analiz kuramı bu durumu oldukça çarpıcı biçimde açıklar.

Bu kurama göre, böylesi bir senaryoda birey “Ben Okay değilim” yaşam pozisyonundadır.

Yani kişi, kendi değerine ve yeterliliğine dair içten içe bir şüphe taşır.

Bu şüphe, onu çocukluk döneminden kalan, artık otomatikleşmiş duygusal senaryolara sürükler.


Çocukken bir işi eksik yaptığında ya da sorumluluğunu yerine getiremediğinde,

bunun sonucunda ailesinden aldığı dikkat — belki bir azarlama, belki bir öfke patlaması bile olsa —

o an için bir tür “temas” anlamına gelmiştir.

Ve zamanla bu temas, fark edilme ve sevilme arzusu ile karışarak içselleşir.

İşte şimdi de yetişkin halimizle, aynı çocukluk senaryosunu yeniden ve yeniden sahnelemeye başlarız.

Bilerek ya da bilmeyerek. Ama her defasında aynı ihtiyaçla:

Lütfen beni gör.


O halde soru artık şuna dönüşmez mi?

Gerçekten böylesi bir senaryoya sahip aksilikleri biz mi kurguluyoruz?

Yoksa içimizdeki uygun çocuk yönümüz, biraz karışıklık çıkararak görünme ihtiyacını diğerlerine hissettirmeye mi çalışıyor?


Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşünceye dek, sağlıcakla kalın 🤗

Comments


bottom of page