top of page

Usta ve Margarita: Woland'ın Sınavı

  • Yazarın fotoğrafı: Öykü Yavuz
    Öykü Yavuz
  • 8 Ağu
  • 2 dakikada okunur

ree

İnsanlar gerçekten değişir mi? Yoksa sadece taktıkları maskeler mi değişir?


Mihail Bulgakov’un kült eseri Usta ve Margarita, yalnızca edebiyat tarihinin değil, insan doğasını çözümleyen derinlikli anlatıların da mihenk taşlarından biridir. Sovyet rejiminin katı sansüründen ustalıkla sıyrılmış bu yapıt, görünürde absürd ve fantastik bir anlatı sunsa da, satır aralarında oldukça ciddi bir ahlakî sorgulama barındırır.


Bunlardan belki de en çarpıcı olanı, şeytan Woland’ın Moskova’daki tiyatro gösterisidir. Bu gösteri bir eğlence değil, bir sınavdır. Woland sahneye çıkmadan önce seyircilere tek bir soru sorar:

“Gerçekten değiştiğiniz mi yoksa hâlâ eskiden olduğunuz gibi misiniz?”


Ardından Woland’ın asistanı, oyun kâğıtlarını havaya fırlatır ve onların sahne ışıklarının altında parıldayan banknotlara dönüşmesini sağlar. Seyirciler adeta transa geçmiştir. Bilimsel ilerlemeler, ideolojik dönüşümler, kültürel evrim… Hiçbiri bu ani zenginlik fantezisinin cazibesine karşı koyamaz. İnsanlar birbirini ezercesine paraları kapmaya çalışır. Kibar görünüşlerin ardında gizlenen ilkel dürtüler, bir anda açığa çıkar.


Bu sahne ile yalnızca açgözlülük değil, gerçek ile yanılsama arasındaki çizginin de ne kadar kolay karışabileceğini görürüz. Değerli olanla değersiz olan arasındaki ayrım, artık seyircilerin elinde uçuşan kâğıtlar kadar kırılgandır.


Oyun burada bitmez. Bu kez kadınlara hitap eden bir illüzyon başlar. Kabinlerde bedelsiz olarak sunulan son moda kıyafetler ve takılar... Sahne bir anda bir defile alanına dönüşür. Kadınlar, toplumda kendilerine dayatılan 'kusursuz görünüm' idealine kavuşabilmek için sıraya girer. Bu sahne, sadece kapitalist tüketim eleştirisi değildir; aynı zamanda insanın değerini dış görünüşle ölçmeye başlamasının bir ironisidir.


Burada da hırs, utanma duygusu ve ölçülü olma davranışı karşısında galip gelmiş olur. Sahte olan gerçekmiş gibi kabul edilir. Çünkü arzu, gerçekliğe ihtiyaç duymaz; yalnızca tatmine odaklanır.


Gösteri biter, ışıklar söner. İnsanlar, ceplerinde doldurdukları paralar ve üzerlerine geçirdikleri zarif kıyafetlerle evlerine döner. Fakat sabah olduğunda, paralar değersiz kağıtlara, kıyafetler ise bir anda yokluğa dönüşür. İnsan adeta kendi hırsı uğruna bir kez daha çırılçıplak kalma cezasına çarptırılmıştır. Böylece sahip olduğuna inandıkları her şeyin yalnızca bir yanılsamadan ibaret olduğunu anlarlar.


Bu bir dönüşüm mesajıdır anlayanlar için, yani sadece sihirli bir oyunun sonu değildir.


Woland’ın verdiği mesaj açıktır:

“İnsan, ne kadar ilerlediğini düşünürse düşünsün, içindeki boşluğu arzuyla doldurmaya çalıştığı sürece kandırılmaya mahkûmdur.”


Yüzeysel bakıldığında bu oyunu kurgulayan şeytan kazanmış gibi gözükebilir. Ama aslında Woland, bir yargıç değildir; o insanlara kendilerini gösteren bir aynadır. Karşısına kendilerini koyup gerçeği görmelerini sağlamayı amaçlar. Ama ne yazık ki, kimse bu aynada kendisini tanımak istemez.


Bulgakov, şeytanı bir kötülük figürü olmaktan çok, sistemin absürtlüğünü ifşa eden, hakikati çıplak bırakan bir varlık olarak çizer. Woland’ın zaferi, insanın kaybıdır. İnsan, kendi içsel pusulasını kaybettiğinde artık hiçbir şey onu kurtaramaz. Ne ideoloji, ne bilim, ne de inanç…


Bir insan, durduk yere cennetten kovulmaz öyle değil mi?😉


İnsan, yavaş yavaş, parça parça, arzularının peşinde sürüklenerek kendi cennetini terk eder. Ve fark etmeden cehenneme yürürken bile, üzerinde bedavaya elde edilmiş şık bir elbisesi vardır. Ta ki o da bir sabah ansızın yok olup çıplak kalana dek…


Hayat hilelerle doludur der birileri… Bakmayın onların öyle söylediğine. Hayatın hilesi hurdası insanın doğasından kaynaklanır. Kaldı ki, olmadığına inandıran şeytan bile ondan beslenir.


Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşünceye dek, sağlıcakla kalın.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page