top of page

#Mumlar sonuna kadar yanar

Bölüm konuğum: Sandor Marai

Bazı kitaplara kayıtsız kalamazsınız. Hikayesi, kurgusu, kahramanları bir yana, kelimeler ruhunuzla bağ kurar ve farkında olmadan hayatınıza dahil olur.

Macar yazar Sándor Márai’nin Mumlar Sonuna Kadar Yanar adlı eseri de işte böyle bir kitap. Edebiyat zevkinizi katlayacak, derinlikli ve unutulmaz bir hikâye sunuyor.

41 yıl ve 43 gün sonra ortaya çıkan gerçekler uğruna yaşayan iki ihtiyarın bir akşam yemeği masasında, şarap eşliğinde hesaplaşmasını okuyoruz. Sayfalar ilerledikçe o masanın etrafında soğuk rüzgarlar esiyor, görünmez bir gerilim sizi sarıyor. Kitapta, 24 yıl boyunca dost kalan, hayatlarını ve anılarını paylaşan Henric ve Konrad’ın hikâyesine tanık oluyoruz. Ancak bu dostluk, zamanla karmaşık ve sancılı bir hale geliyor.

Henric, zengin ve etkili bir ailenin çocuğuyken, Konrad müzikle ilgilenen ama daha mütevazı bir geçmişe sahip biridir. Henric’in dediği gibi, belki de bu dostluğun anlamını sadece Henric böyle algılıyordu. Hayatlarına Kristina’nın girmesiyle birlikte dengeler değişir. Kristina ve Henric evlenir; üçlü, uzun süre birlikte vakit geçirir. Ancak bir gün, Henric ve Konrad bir av sırasında ormanda baş başa kalır. Konrad, Henric’i öldürmeye teşebbüs etmiş gibi görünse de bunu yapmaz. O günden sonra her şey altüst olur. Konrad, kimseye veda etmeden tropik bir bölgeye kaçar. Kristina ve Henric’in ilişkisi kopar; sekiz yıl konuşmazlar ve Kristina nihayetinde bir hastalık yüzünden hayatını kaybeder.

Romanın merkezindeki soru şu: 41 yıl sonra bir araya gelen bu iki yaşlı adamın hesaplaşması hangi gerçekleri ortaya çıkaracak? Konrad, Henric’i gerçekten öldürmek istedi mi? Konrad’ın gidişinin ardındaki sebep neydi? Kristina’nın Henric’e “korkak” demesinin anlamı neydi?

Eğer bu hikâyenin yalnızca bir aldatılma öyküsü olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Mumlar Sonuna Kadar Yanar, çok daha derin bir eser. Marai, kitapta Dostluk, ihanet ve insan ruhunun karanlık noktalarına dair inanmaz bir sorgulamaya girişiyor.

Bu kitap fazla güzel ve fazla kusursuz. Ama Márai’nin de dediği gibi:

“Her şey fazla güzel, fazla sorunsuz, fazla mükemmel. Böylesine kusursuz bir mutluluktan daima korkulur.”

Bu bölümü Kitapta Bay Henric ‘in o garip akşam yemeğinde Konrad’a yaşlılık ve ölüm üzerine söylediği ve okurken beni çok etkileyen kısa bir pasajla bitirmek isterim.


İnsan yavaş yavaş yaşlanır: Önce hayattan ve insanlardan alınan zevk yaşlanır, bilirsin. Yavaş yavaş her şey fazlasıyla gerçek olur, her şeyin anlamını anlarsın, her şey ürkütücü bir sıkıcılıkla tekrar eder. Bu da yaşla ilgilidir. Bir bardağın sadece bir bardak olduğunu bilirsin. Ve bir insan, zavallı, o da ne yaparsa yapsın sadece ölümlü bir insan.

Ardından beden yaşlanır; bir anda değil, hayır, önce gözler, bacaklar ya da kalp yaşlanır. İnsan parça parça yaşlanır. Ve sonra bir anda ruh yaşlanmaya başlar; çünkü beden yaşlanmış olabilir ama ruhun hâlâ kendi arzuları, kendi anıları vardır, hâlâ arar, hâlâ sevinir, hâlâ neşe arzusu duyar. Ve neşe arzusu bitince geriye sadece anılar ya da kibir kalır; işte o zaman insan gerçekten yaşlıdır, nihai olarak.

Günün birinde uyanıp gözlerini ovuşturur: Ne için uyandığını bilmez. Günün ne getireceğini fazla iyi bilir: İlkbahar ya da kış, hayatın formaliteleri, hava durumu, gündelik hayat rutini. Artık şaşırtıcı bir şey yaşanamaz: Beklenmedik, alışılmadık, korkunç olan bile şaşırtmaz; çünkü insan bütün değişiklikleri bilir, hepsini hesaba katar, iyi ya da kötü hiçbir şey istemez.

Yaşlılık işte budur. Kalpte hâlâ bir şey yaşar, bir anı, bir şekilde bir yaşam amacı. İnsan birini tekrar görmek ister, bir şey daha söylemek ya da öğrenmek ister ve o anın geleceğini bilir ama sonra birden, gerçeği öğrenmek ve ona cevap vermek insanın beklemekle geçen yıllarda sandığı kadar önemli olmayıverir. Yavaş yavaş dünyayı anlar ve sonra ölür.


Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde buluşmak üzere, Sağlıcakla kalın 🤗

Comments


bottom of page