top of page

#Lizbon'a Gece Treni

Bölüm konuğu: Pascal Mercier

"Hayat, yaşadığımız şey değil; yaşadığımızı hayal ettiğimiz şeydir” Lizbon'a Gece Treni isimli harika bir kitaptan alıntıladığım bu cümle ile gelin size gerçeklerle kurgunun bir arada harmanlandığı bu müthiş felsefi romandan bahsedeyim.


Hikayemizin baş karakterlerinden biri olan Bay Raimund Gregorius Latince Yunanca ve İbranice dersleri veren, sıradan tekdüze hayatı ile yaşantısını sürdüren bir lise öğretmenidir. Bir sabah okula giderken köprüde intihar etmek üzere olan ve Portekizce konuşan bir kadınla karşılaşır. Kadının söylediklerinden bir şey anlamaz ama kadın ona Portugues diyerek zihninde bir şeylerin canlanmasına sebep olur.


“*Kelimeler bazen bir insanın hayatını değiştirebilir. Sadece bir kelime: Portugues."*


Gregorius, kadını kurtarmak ister ve kadın elinden kurtulup oradan hızla uzaklaşır. Bu meçhul ve zamansız olay karşısında şaşkın bir şekilde yürürken yolun kenarında bir kitapçıda Amadeu Prado isimli Portekiz'li bir adamın “Sözcüklerin Kuyumcusu” isimli kitabı dikkatini çeker. Bay Gregorius, merakla kitabı incelemeye koyulur ve bu merakı onu tek düze hayatından kopararak Lizbon'a kadar götürür.


**“***İçimizde olanın ancak küçük bir kısmını yaşayabiliyorsak, gerisine ne oluyor?”*


Gregorius Tren yolculuğunda, Amadeu'nun kitabını tekrar okur. Prado, Salazar diktatörlüğüne karşı mücadele eden, entelektüel bir doktordur. Böylece Gregorius, Lizbon'da Prado'nun geçmişini araştırmaya başlar: Eski evini, çalıştığı kliniği ve direnişteki arkadaşlarını tek tek arayıp bulur.


Kitapla ilgili olduğu için dönemin dikta rejimi hakkında kısa da olsa biraz bilgilenmekte fayda götürüyorum. Bunun için Antonio Salazar ve 1932 yılından 1968 yılına kadar yarattığı korku dolu ve despotize yönetiminden de bahsetmemiz gerekir.


Tek devlet anlayışı üzerinden yarattığı ve Tanrı - Vatan - Aile sloganıyla hem milliyetçi, hem katı dini değerli ve hemde geleneksel bir yönetim şeklini benimseyen Salazar, kurduğu sitemin içinde muhalif tek bir sese dahi tahammül edemeyen (ki bu totaliter liderlerin genel özelliğidir) her türlü basın, edebiyat, sanat ve türevlerine sansür uygulayan (bu da aynı şekilde baskıcı yönetimlerin çoklu seslere tahammül edememe kriteridir) ve cezalarla, baskılarla sadece kendi sesini duymayı seven bir diktatördür.


İşte “Lizbon'a Gece Treni “nin ana hikayesi yani Amadeu Prado’nun hikayesinin geçtiği bölümler hep bu dikta rejimin gölgesi altında yaşanan ve ona karşı muhalif tutumların olduğu yıllardır.


Prado’da şu cümlelerle ifade eder bunu;


“*Kelimenin tam anlamıyla özgür olmak imkânsız belki... Ama zihnimizin içinde bir kale inşa edebiliriz. “*


Bu, felsefi roman da diyebileceğimiz kitaptaki öyküler iç içe geçmiş zamanlar arasında akar. Ama merak etmeyin hiç biri birbirine karşımaz…


İlki kitabın yazıldığı yıllara dair yani dilbilimci öğretmen Raimund Gregorius ‘un İsviçre'den ani bir kararla Lizbon'a gelişi, sonrasında bu zamandan 30 yıl önce ölen Amadeu Prado'nun ve yine ondan önce Amadeu Prado'nun ve dahi Diktatör Antonio Salazar’ in yaşadığı ve yaşattığı zamanlar… Lizbon'a Gece Treni hem felsefi bir roman olarak okunabileceği gibi, 57 yaşındaki konfor alanından çıkmayı pek sevmeyen ve bunu da pek istemeyen bir adamın yolculuğu, değişimi ve dönüşümü olarak ta okunabilir.


“*Hepimiz küçük parçalardan oluşuruz, bu parçalar öyle şekilsiz, öyle farklıdırlar ki birbirlerinden, her biri her an canının istediğini yapar; bu yüzden kendimizle kendimiz arasındaki farklılıklar, kendimizle başkaları arasındaki kadardır. “*


Bay Gregorius,’un yolculuğu Prado'nun kız kardeşi “Adriana” ve eski sevgilisi “Mariana” ile kesişir. Bu görüşmeler sonunda Amadeu'nun, diktatörlük yanlısı bir arkadaşını öldürmek zorunda kalışını ve bu eylemin onu nasıl ruhen çökerttiğini daha iyi anlar.


Amadeu'nun yakın arkadaşı olan Joso Eça, zamanla diktatör Salazar hükümetine yakınlık duymaya başlar. Burada Salazar yönetimine dair kısa bir bilgi daha; Dönemin dikta rejiminin kurduğu PİDE isminde gizli bir polis teşkilatı olduğunu söylememiz gerekir. Bu teşkilat Muhalifleri takip ederek, onlara işkence ve sansürle görevliymiş. Kitapta Joso Eça gerçekte rejim karşıtı bir kişiyken zamanla aleyhten lehe doğru bir geçiş yapmıştır.


Bunu üzerine Amadeu aralarındaki bu anlaşmazlık ve siyasi çekişme yüzünden onu öldürmek zorunda kalır. Fakat bu durum onu derinden sarsar.


"*Bir insanı öldürmek, kendi ruhunu öldürmek gibidir. Artık aynada gördüğüm yüz, benim değil.”*


Amadeu Prado sözcükleri oldukça yerinde ve iyi kullanan bir insandır. Tabi bu durum onun daha derin düşünmesine ve hassas biri olmasına sebep olmuştur. Bir de meslek ahlâkı buna eklendiğinde, ki doktor olduğunu daha önce söylemiştim.


Bundan sebep bir gün Lizbon kasabı diye bilinen ve pek çok rejim karşıtı yani muhalif kişinin öldürülmesinden sorumlu bir gizli polis memuru olan Luis Mendes ölmek üzereyken Prado'nun muayenehanesine getirilir. Amadeu ne yapacağını şaşırmış vaziyette ölmek üzere olan bu cani insanın başında ciddi bir sorgulamadan geçirir kendini… Şayet hiçbir şey yapmazsa ölecek olan bu adam hakkında bir yandan doktorluk mesleğinin yani ettiği yeminin tersini yapmış olacak, bir taraftan öldürülen, işkence edilen veya zorunlu olarak vatanlarından kaçmak zorunda kalan insanların alınması gereken öç ve intikamları içinde ciddi bir fırsatı kaçırmış olacaktır. Tüm bu iç hesaplarına rağmen Prado bu adamı kurtarır.


“*Ne yapmış olursa olsun, hayatta kalması için kendisine yardım edilmesine herkesin hakkı vardır. Kişi olarak vardır, insan olarak vardır, onu soğukkanlılıkla ölüme terk etmek kendime yabancılaşmak anlamına gelecek, şundan eminim rüyalarımda bile kurtulamazdım bundan”*


Lizbon'a Gece Treni İsviçre'li yazar Peter Bieri’ye ait ya da mahlasıyla söylecek olursak Pascal Mercier’ e ait harika bir kitap 📕 ve maalesef kendisi 2023 yılında aramızdan ayrıldı.


Şayet henüz okuma fırsatı bulamadıysanız bence “Lizbon'a Gece Treni” ni bir an önce okuma listenize ekleyin derim. Gerek müzmin öğretmen Raimund Gregorius’un adım adım değişimi ve bu değişimi kabullenişini, gerekse kurgusal bir karakter de olsa Amadeu Prado'nun hayata bakış açısını okumanızı öneririm.


“*Başkalarının bizim hakkımızda anlattığı hikâyeler mi gerçeğe daha yakındır, yoksa bizim kendimiz hakkında anlattıklarımız mı? Peki, kendi hikâyemizi anlatırken gerçekten ne kadar doğruyu söylüyoruz? İnsan, kendisi hakkında otorite sayılabilir mi?

Ama beni asıl düşündüren soru bu değil. Asıl soru şu: Bu tür hikâyelerde gerçekle yalan arasında gerçekten bir fark var mı? Dış görünüşümüzle ilgili anlatılanlarda bir ayrım yapmak mümkün. Peki ya insanın iç dünyasını anlamaya çalışırsak? Bu, bir noktada sona erecek bir yolculuk mu? Ruhumuz, hakikatin saklı olduğu bir yer mi, yoksa gerçek dediğimiz şeyler yalnızca anlattığımız hikâyelerin aldatıcı gölgeleri mi?”*


Son olarak İngiliz oyuncu Jeremy Irons’un oynadığı 2013 yapımı birde film uyarlaması olduğunu söylerek bu bölümü de bitirelim.


Baska bir Akıl Fikir Gezengeni bölümünde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın 🤗

Comments


bottom of page