Kör müyüz hâlâ?
- Öykü Yavuz
- 26 May
- 4 dakikada okunur

Sorun görememekle ilgili değildi. Sorun, birinin hâlâ görebilmesindeydi. Eğer herkes kör olsaydı, düzen kusursuz işlerdi; hiçbir isyan, hiçbir kuşku doğmazdı. Ama bir çift gözün hâlâ gerçeği görebilme ihtimali, bütün sistemin temeline dinamiti yerleştiriyordu.
Bu yüzden, görme yetisini kaybetmemiş olanlar derhâl tespit edilmeli ve izole edilmeliydi. Onların varlığı, inşa edilmiş karanlık dünyayı tehdit ediyordu. Körleri yönetmek, onların zeki ya da sezgisel olmalarından bağımsız olarak bir tehdit oluşturmuyordu. Asıl tehdit, ışığı hatırlayan birinin varlığıydı.
O ışık, her şeyi yıkabilirdi.
Körlük, Nobel ödüllü Portekizli yazar Jose Saramago ‘nun yazdığı dünyaca ünlü distopik kült eseridir.
Trafikte kırmızı ışıkta duran bir taksi şoförünün gözleri bir anda süt beyazı bir ışıkla dolar. Her yer aynı parıltılı beyazın etkisi altına girer. Yazar buna kitapta “Beyaz Körlük” adını verir. Büyük bir panikle doktora giden bu ilk kişi aynı zamanda hızla yayılacak endemik bir körlüğün de başlangıcı konumundadır.
Sonrasında Beyaz Körlük yaşayan insanların sayısı hızla aramaya başlar.
Ne kadar korkutucu bir süreç öyle değil mi? Bir anda tüm görme alışkanlıklarınız yok oluyor. Neredeyse doğduğunuz günden beri görsel olarak algıladığınız dünya aniden bembeyaz bir ışığa dönüşüyor.
Tabi bu endemik yayılış devlet yetkililerinin de dikkatini çekiyor ve hemen onlara müdahale ediyor. Peki nasıl yapıyor bunu?
Beyaz Körlük yaşayan herkesi eski bir akıl hastanesine yerleştirerek…
Zaten böyle yayılmacı ve tehlikeli virüslerle karşı karşıya kaldığında o yetkililerin ilk yaptığı şey, insanları bir yerlerde karantina altına almak değil midir? Karantina sürecinin kötü bir şey olduğunu söylemiyorum elbette ama Körlük kitabının içindeki karantina bulaş riski yüksek bir virüsün engellenmesinden ziyade yetkili organların bu hastalıktan kendilerini koruma isteği olduğu da aşikar. Yoksa niye terkedilmiş, eski bir akıl hastanesine kapatsınlar bunca insanı öyle değil mi? Bir nevi ne halleri varsa görsünler demek değil midir bu yapılan hareket?
Nitekim öyle de olur. Başta uygulanan karantina, hastalığın yayılmasını önlemek ve çözüm bulmak adına zaman kazanmak için mantıklı bir adım gibi görünür. Ancak çok geçmeden, bu "akıl hastanesi", isminin hakkını verircesine tam anlamıyla bir tımarhaneye dönüşür. Herkesin kör olduğu bir yerde, adaletsizlikleri görecek kimse kalmaz. Kim neyi çalıp çırpıyor, kim kimi eziyor, kim hangi zorbalıkla başkasını susturuyor—artık bunları bilen, gören, tanıklık eden kimse yoktur. Görmeyen bir toplulukta suç görünmez, zalimse hesap vermez olur.
Bu toplulukta hiç kimse görmez sadece bir kişi bu endemik vakanın dışındadır. O da ismini bilmediğimiz, doktorun karısı. Garip olansa o da kendini suçlu hisseder gibi yani görmesi bir suçmuş gibi kör taklidi yapar. En azından bir süre…
Bu arada kanalda short video olarak paylaştığım “Günah Şehri” isimli kısa videoyu izlemenizi öneririm. Aynı davranış örüntülerine sahip grupların içinde farklı özellikler sergilemenin yaşatacağı sıkıntılardan bahsetmiştim orada da.
Herkesin görme yetisini kaybettiği bu harika distopya eserde de tıpkı anlattığım gibi herkesleşen insanların kendi aralarına her şeyi normal bir sekilde görmeye devam eden birinin olmasını istememeleri de aynı minvalde düşünülebilir. Ve tabi isimsiz görenimizin bu durumunu saklı tutması da…
Medeniyetimizi kurmak için verdiğimiz o uzun ve çetin mücadeleyi bir düşünün. Körlük, işte bu medeniyetin ne kadar kırılgan olduğunu, nasıl bir anda yerle bir olabileceğini gözler önüne seren bir kanıttır adeta…
Sevgi, saygı, empati, ahlak, adalet, inanç, güven… İnsanlığın temel taşları birer birer çöker. Başlangıçta akıl hastanesine yerleştirilen insanlar, bu değerleri korumak için çabalasa da zamanla gelen yeni gruplar tüm düzeni altüst eder. Gelenler, zorbalığı yöntem edinir; geldikleri an itibarıyla herkese hükmetmek isterler.
Yiyecekleri tekellerine alır, paylaşımı keyfi kurallarla belirlerler. Karşılık vermeyenlerle paylaşırlar gibi görünseler de, aslında iktidarlarını kurarlar. Ellerinde ne varsa –para, değerli eşyalar, hatta kişisel onurlar bile– hepsini istemeye başlarlar. Ne kadar yiyecek ya da içecek alınabileceğine, kimin neye layık olduğuna ise artık yalnızca onlar karar verir.
Ancak bu zorbalık burada da bitmez. Kısa bir süre sonra kadınlara yönelik sarkıntılıklar başlar, ardından açıkça tecavüzler… Karantinadaki topluluk öyle bir dejenerasyona uğrar ki, artık temizlik ve hijyen gibi en temel insani kurallar dahi umursanmaz hale gelir. Bu alan artık insanlıkla değil, hayvani içgüdülerle yönetilen bir yere dönüşmüştür. İçgüdüler aklın yerini almış, düzen yerini kaosa bırakmıştır.
Yine de tüm bu karanlık içinde, insanlığını korumaya çalışan bir grup vardır. Her koşulda iyiyi, doğruyu ve insan olmanın erdemini savunanlar… Bu direnişin başını çeken isim, elbette gözleri görmeyenlerin arasında hâlâ görebilen isimsiz kadın olur. Fakat sadece onun değil, gözleri görmediği hâlde yüreği kör olmayan, merhameti unutmayan insanların da varlığı yadsınamaz.
Saramago, bu romanında körlüğün yalnızca fiziksel bir eksiklik olmadığını; aslında en tehlikeli körlüğün insanın içindeki zorbalıkta saklı olduğunu sarsıcı bir biçimde ortaya koyar. Öyle ki, bu dehşet ortamında biz okuyucular bile dönüp kendimize şu soruyu sormak zorunda kalırız: “Ben böyle bir yerde kim olurdum?”
Görmek, sadece gözle değil; akıl ve kalple olur. Saramago’nun bize hatırlattığı en temel gerçek de budur: Her durumda ve her şartta insan kalabilmek, en büyük sınavdır.
Romanın devamında hastanenin dışındaki dünyasında hem fiziken hemde ahlak bakımından yerle bir olduğunu okuruz.
Ve sonunda “Beyaz Körlük” sona erer. İnsanlar eskisi gibi görmeye başlar.
Eskisi gibi görmek mi? İnsan böylesi vahşi bir içgüdünün esiri olduktan sonra nasıl eskisi gibi görebilir ki? Gözler açılsa bile yaşanılan acılar, yaşatılan zorbalıklar nasıl görmezden gelinebilir?
Körlük kitabını ilk okuduğum yıllarda, ki sanırım ülkemizde yayımlandığı yıllardı, şöyle düşündüğümü hatırlıyorum; Özene bezene büyük uğraşlar sonucu kurduğumuz medeniyetimizi yıkmak bu kadar kolay mı olurdu?
“İnsan kör olduysa ve bir gün yeniden görse bile, gördükleri artık eskiden gördükleri şeylerle aynı mıdır?”
Görüyor muyuz? Yoksa kör müyüz hâlâ?
Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşünceye kadar, sağlıcakla kalın 🤗
Comments