
William Shakespeare'in ünlü eseri "Kral Lear", insanın doğasındaki karanlık yönleri ve ihanetin yıkıcı etkilerini işleyen güçlü bir tragedya olarak bilinir. Oyun, kralın çocukları arasındaki mirasın bölünmesi ve bu bölünmenin ardından gelişen trajik olayları merkezine alır.
Lear, her ne kadar yaşlandığını kabul etmese de artık krallığın vermiş olduğu ağır sorumluluklardan kurtulmak ve birazda hayatın güzel taraflarının tadına varabilmek için tüm mal varlığını ve krallık tacını bırakarak emekliye ayrılmak ister. Fakat bunu yapmadan önce çok sevdiği üç kızına en çok hangisinin kendini sevdiği ile ilgili bir soru sorar. Önce büyük kızı Goneril söz alır ve Goneril kendisinden beklenen klasik sevgi sözlerini bir bir sıralar;
*“Efendimiz, sözlerin ifade edemeyeceği kadar çok seviyorum sizi; Siz, benim için, göz nurundan, ucu bucağı olmayan özgürlükten, Zengin ve bulunması zor olan her şeyden daha değerlisiniz; Nimet, sağlık, güzellik ve şeref dolu bir hayatı nasıl seviyorsam, Öyle seviyorum sizide, hiçbir evladın sevemeyeceği, Hiçbir babanın sevilemeyeceği kadar çok... Size olan sevgimi anlatmak için soluğum cılız, sözlerim güçsüz kalır. Sizi varolan her şeyden çok ama çok seviyorum*.”
Sıra ikinci kızına gelir yani Regan'a, o da söze yine bilindik sevgi sözleriyle başlar tıpkı ablası Goneril gibi;
“Efendimiz, aynı hamurdanız kardeşimle, Size olan sevgimin ölçüsü de aynı.
Onun, benim de sevgimi dile getirdiğini hissediyorum yüreğimin derinlerinde. Ancak bir şey var kardeşimin belirtmediği: Kendimi, benliğimin en ince, en duyarlı yanının duyabileceği, bütün öteki hazların düşmanı görüyorum; Ve mutluluğumu yalnızca siz aziz efendimizin sevgisinde buluyorum.
Her iki kızının verdiği cevaplardan dolayı kendinden geçmiş olan Kral Lear, oturduğu tahtında adeta şımarık bir çocuk gibi gülmektedir. Her iki kızına da üçe böldüğü topraklarının iki bölümünün sahibi olduklarını ve bundan sonra o bölgelerin tüm sorumluluğunun onlara ve eşlerine ait olduğunu açıklayarak üçüncü ve en küçük kızı Cordelia'ya döner.
“Sen Cordelia, hayatımın sevinci, sen ne kadar seviyorsun bu yaşlı babanı? Kardeşlerinden daha farklı hangi sevgi sözcüklerini söyleceksin bakalım?”, diye sorar. Cordelia'nın cevabı işte bu muhteşem tragedyanın başladığı o andır.
“Hiç” der Cordelia, “Hiç bir şey efendimiz”
Oda bir anda buz keser. Cordelia'nın verdiği bu “hiç” cevabı Kral Lear'ın önce şaşırmasına sonrada tüm hiddetiyle bağırarak onu mirasından men etmesine neden olur. Böylece üçe bölünecek olan topraklar, Cordelia'nın hakkı elinden alınarak diğer kız kardeşleri arasında pay edilir.
Buraya kadar oyun sanki kıssadan hisse alınmak için anlatılan bir halk masalını andırır. Zaten Shakespeare de bu oyunun hikayesini böylesi bir masaldan esinlenerek genişletmiştir.
Cordelia'nın babasına duyduğu sevginin derecesi gerçekte ablaları olan Goneril ve Regan'dan çok daha fazladır ama o hata yapma pahasına bile olsa dürüst bir insan olduğu için şunları söyler; Babasının onu çok sevdiğini, büyütüp bu günlere getirdiğini, kendisinin de onu sevip saydığını, görevlerini yerine getirdiğini söyleyerek kardeşlerine dönüp; Madem tüm sevginizi babamıza veriyorsunuz. O halde neden evlendiniz?, diye sorar. Zira o evlendiğinde babasına duyduğu sevginin bir kısmının eşine yöneleceĝini, doğrunun da bu olduğunu söyleyerek oldukça realist bir bakış açısı sergiler. Kral Lear Cordelia'nın bu sözleri karşında kulaklarına inanamaz ve “Bunları gerçekten yürekten mi söylüyorsun?” diyerek şaşkınlığını gizlemeye çalışır. Cordelia'nın cevabı sanki yeni bir kusur işleyecekmiş gibi çıkar “Evet efendim”
Cordelia'nın dürüstlüğü bir kusur gibi gözükmektedir artık…
Bana soracak olursanız, dürüstlük her devrin geçer akçesidir ama bazen üç kuruşluk değeri bile olmaz.
Cordelia, kardeşleri Goneril ve Regan gibi ikiyüzlü, dalkavuk, her durumdan nemalanan insanlar gibi olmak istemez. Ne olursa olsun gururlu ve dik duruşunu sergilemeyi seçer. Ve maalesef karşınızda sizin dürüstlüğünüzü onaylayıp takdir edecek kişiler yoksa, susmak ve orayı terk etmek en doğru karardır.
Cordelia'da susup akıbeti hakkında verilecek kararları dinleyerek oradan bir an önce uzaklaşmak ister. Hatta bu olaylar yaşanmadan önce Cordelia'ya talip iki kişi de davetliler arasındadır. Burgonya Dükü ve Fransa Kralı… Yaşanan bu hadiseler Kral Lear'ın öfkesine yenik düşerek şımarık bir çocuk gibi davranmasına neden olmuştur. Cordelia'ya kralın mirasından hiçbir şeyin bırakılmadığını duyan Burgonya Dükü onunla evlenemeyeceğini söylerek sahneden çıkar. Fakat Fransa Kralı Cordelia'dan çok etkilemiştir ve hiçbir şeyi olmasa da onunla evleneceğini, Fransa'nın kraliçesi yapacağını söyleyerek Cordelia'yı alarak evinin yolunu tutar.
Kral Lear’in öfkesi bununla dinmez. Tüm bu yaşananlara ve Cordelia'nın verdiği cevaba arka çıkan ve kralın en sadık adamlarından biri olan soylu Kent de gazabından kurtulamaz. Kent, Lear'ın kraliyet sarayında hizmet eden bir soyludur ve Kral Lear'a olan sadakati ve dürüstlüğüyle bilinir. Kent karakteri, oyunda Kral Lear'ın trajedisinde önemli bir rol oynar. Tıpkı küçük kızı Cordelia gibi Kent de, hem krallıktan hem de ülkeden uzaklaştırılma cezası alarak gerçekleri bir türlü görmek istemeyen hidettli kralın hışmına uğramış kişilerdir.
Dikkat ederseniz oyunda Kral Lear'ı gerçekten seven kişiler bir bir etrafından uzaklaştırılır, tam tersi Lear, çevresini dalkavukluk edenlerle, gercekte onu hiç sevmeyenlerle doldurmaktadır. Üstelik bunları sevginin kanıtı olarak yaptığına inanmaktadır.
Ne garip değil mi? Biz insanlar bazen ne kadar da sahte şeyleri gerçek zannederek doğru kararlar verdiğimize inanırız. Oysa bu kararlar belkide hayatımızın birazdan anlatacağım Kral Lear'ın başından geçenler gibi bir trajediye dönüşmesine sebep olmaktan başka bir işe yaramıyordur, kimbilir…
Neyse, bırakalım kendi bireysel trajedilerimizi de, “Yahu burda yaşanmışı var!” diyerek anlatımıza kaldığımız yerden devam edelim…
Krallığını yaşadığı bu tatsız olaydan sonra iki kızına bırakan Lear, artık istediği emekli hayatına giriş yapmak için hazırlıklara başlar. Bu plana göre bir ay büyük kızı Goneril'de, bir ay öteki kızı Regan'da kalacak ve günlerini yiyip içerek, av partilerine giderek zevkler ve şölenler içerisinde geçirecektir.
Heyhat! Ama kaderin başka planları vardır Lear için…
Henüz krallığını yeni devretmiş, tüm mülkiyetinden ve sorumluluklarından yeni çıkmıştır. Fakat Lear her ne kadar artık bir kral olmasa da hâlâ kendini kral gibi görmektedir.
Bu şımarık tutumları hem büyük kızı Goneril'in hem de Regan'ın iyice sinirlenmesine sebep olmakta, kendilerince bu arsız ihtiyara gününün gösterilmesi gerektiğine inanmaktadır. Hattı zatında Cordelia'ya ve o herkesten çok güvendiği soylu insan Kent'e yaptıkları karşısında babalarının ileride daha da sıkıntı çıkaracağını, yaşı geçtikçe iyice aklını yitireceğini düşünmektedirler. Bu düşünceler onları biran önce böylesi yaşlı ve aksi adamın duruma hakkında başka çareler bulmaya yönlendirir.
Kimi eleştirmenlerce oyunda bir fazlalık gibi görülse de Kralın yakın dostlarından biri olan Gloucester ve oğulları arasında geçen bölüm ise oyun içinde oyun gibi düşünülebilir.
Yine soylu olduğunu bildiğimiz Gloucester'in bir meşru bir de gayri meşru iki oğlu vardır. Meşru olan Edgar diğeri Gloucester'in gençlik dönemlerinde yaşadığı bir gece kaçamağı sonucu doğan Edmund.
Sanırım bu iki çocuk arasında yapılan ayrıma yeterince dikkat çekmişimdir.
Gloucester'ın karakteri, ihanetin ve trajedinin dramatik bir şekilde işlendiği "Kral Lear"ın genel temasına önemli bir katkıda bulunur. Gayri meşru oğlu Edmund her ne kadar Gloucester'in yanında büyüse de, nereye giderse gitsin üzerine yapışan öz olmama etiketini sürekli taşıyan hırslı, kıskanç, biraz dalavereci ve kolaylıkla yalan söyleyebilen bir karakterdir.
Bir gün babasıyla otururken Edgar'ın onun yerine geçmek istediğini, onun tüm malını ele geçirmeyi düşündüğünü ve öz babasını ortadan kaldırmaya niyetli olduğuyla ilgili bir yalan uydurur. Elinde Edgar'ın yazdığını iddia ettiği bir mektup saklamaktadır. Ve o sözde mektup tüm bu yalanların Edgar'ın bizzat kendi eliyle yazıldığını söyler. Gloucester ilk önce Edmund’un bu söylediklerine inanmaz ama o da tıpkı Kral Lear gibi aynı duruma düşmekten korktuğu için sonrasında şüpheye düşerek hemen Edgar’la görüşmek istediğini söylerek yanından ayrılır. Fakat Edgar o sırada ortalıkta gözükmemektedir. Neden sonra ortaya çıkan Edgar hiçbir şeyden haberi olmayarak kardeşi Edmund’un yanına gelir ve “Ne var ne yok bakalım, kardeşim Edmund? Böyle daImış, ciddi ciddi ne düşünüyorsun?”, diyerek şakalaşmaya başlar.
İkili oynama işinde oldukça başarılı olan Edmund, aynı yalanı sürdürmek adına bu seferde yıldızlardan ve bazı kehanetlerden bahsetmeye başlar. Son dönemlerde çevrelerinde olan olayların arasına babaların ve evlatların yaşayabileceği doğal olmayan sıkıntıların da baş göstereceği yalanını da araya sıkıştırarak Edgar'ı etkilemeye çalışır. Bunu yaparken de bir yandan Edgar'a son dönemlerde babalarıyla aralarında bir sürtüşme, bir tartışma yaşayıp yaşamadığını sorar. Edgar da doğal olarak hiçbir şeyin yaşanmadığını, her şeyin normal olduğunu söyler. Lakin Edmund ortalığı karıştıracak yetenekleri olan birisi olduğu için, Babalarının Edgar'a çok kızgın olduğunu, onu ortadan kaldırmak için planlar yaptığını düşündüğünü, eğer kendini korumazsa bu yalanı uyduranlara inanarak kendine bir zarar gelebileceğini söyleyerek odasına girmesini ve o söyleyene kadar oradan da çıkmamasını tembihler.
Efendim! Birileri tragedya içinde entrika nasıl yazılır diye mi sordu? Umarım cevabınızı almışsınızdır.
Böylece Edmund'un baba ve evladı birbirine düşürmeye çalıştığı hain planı tıkır tıkır işlemeye başlar…
Peki bu arada hain ve nankör kız kardeşler ne alemde? İsterseniz birazda onlara kulak verelim.
Kral Lear, nihayet o çok istediği emekli hayatına başlamıştır. Kararlaştırıldığı gibi ilk ay büyük kızı Goneril'in yanında ikamet etmektedir. Fakat kralın adamları da onunla birlikte kalmakta ve normalden çok daha rahat bir şekilde hayatlarını sürdürmektedir. Bu durum oldukça rahatsız edici bir boyuta vardığında Goneril dayanamaz ve babasına; artık bu kadar askere ihtiyacı olmadığını, kendine ve eşi Cornwall'e ait yeterince koruma askeri bulunduğunu, gereksiz insanları evinde istemediğini biraz çekinerek de olsa ifade eder. Kral Lear, duydukları karşında büyük bir öfkeye kapılarak, kızı Goneril'e ağzına ne gelirse söylemeye başlar. Fakat ne söylerse söylesin, ne kadar öfkelenirse öfkelensin elinde eskiden sahip olduğu krallık gücü yoktur artık… Bunun yerine yanlış bir karar verdiğini, aslında Goneril'in gerçekte onu hiç sevmediğini, bu şekilde yaşamaktansa bir kızının daha olduğununu ve ortanca kızı Regan'nın babasının isteklerini karşılayabileceğini söyleyerek Goneril'in evini terkeder.
Bu arada şunu da söylemek isterim. Goneril ne düşünüyorsa, ortanca kızı Regan da aynı şekilde düşünmektedir. Ve babasının ona geleceği haberini önceden aldığı için başka bir yere giderek evindeki tadilatı bahane ederek orada kalamadığı yalanını sunar babasına.
Ya, hayat bazen böyledir işte… Bildikleriniz yanıldıklarınıza yetmez oluverir…
İki kızından da darbe yiyen Kral Lear, hâlâ kibrini ve inatçı gururunu alt edememiş, kral olduğu hayali zamanların kuklası olmaya başlamıştır çoktan… Oysa zaman değiştikçe insanında değişmesi gerekir. En azından yaptığı yanlışları farketmeye başlaması…
Daha önce bahsi geçen ve oyunun başında sürgün edilme cezası alan soylu Kent de, kılık değiştirmiş ve yoksul bir köylü giysileri içinde uzaktan da olsa Kral Lear'ı takip etmektedir. Lear'ın yanlış kararlar aldığını en başında görüp onun yüzüne karşı söyleme cesaretinden dolayı gelmiştir tüm bunlar başına… Yani anlayacağınız kralı sevenler dışarıda sürgün hayatında, asıl nefret edenler ise içeride sıcacık yataklarında yatmaktadır.
Bu arada Gloucester öz oğlunun ona suikast kurarak ortadan kaldıracağına iyice inanmaya başlamış ve bu hain planları olduğu için onun yakalanmasını emretmistir. Yine Edmund’un sahte oyunları yüzünden Edgar da kaçmak zorunda kalmış, o da kılık değiştirip, deli taklidi yaparak dağlarda saklanmaktadır…
Kral Lear cephesinde ise işler biraz değişmeye, her iki kızından gördüğü nankörlükle onu en doğru ve çok seven kızının Cordelia olduğuna karar vermeye başlamıtır. Her ne kadar bu karara varmış olsa da, o hâlâ burnu havada, inatçı bir kraldır…
Oyunun bundan sonraki bölümü Edgar'ın da kılık değiştirerek saklandığı dağ ve çevresinde geçer. Zira Lear artık normal bir insan gibi yaşamak istememektedir. Normalden ne anladığını birazdan göreceksiniz gerçi ama havadaki şiddetli fırtına bile bu normalin hiçte iyi bir şey olmadığını haykırıyordur adeta…
Kral Lear büsbütün insanlardan nefret eden bir mizantropist olur çıkar bu sahnelerde… Her şeye, herkese lanetler okur. Atinalı Timon'u hatırlayanlar bilir bu hızlı geçişi… Dağı taşı, kurdu kuşu, insanı hayvanı her şeyi ama her şeyi lanetler Kral Lear da tıpkı onun gibi… Bir nevi cinnetle ağır depresyon arasında gider gelir. Tam bu esnada oyuna bir soytarı dahil olur. Aslında o hep vardır ama bu çıldırmış Lear'ın aklını kaybetmemesi için onu hem her türlü şakalarla güldüren, hem de hiç kimsenin söyleyemeyeceĝi sözleri kulaklarına söyleyen bir soytarıdır bu şaklaban görünümlü filozof soytarı…
Fırtına olağan şiddetiyle kendini hissettirmeye başlamıştır artık. Kral Lear doğanın bu karşı konulmaz gücüne kafa tutar gibi söylenmeye başlar;
“Uğuldayın rüzgarlar, uğuldayın! Çatlayıncaya kadar şişirin yanaklarınızı! Kudurun! Uçurun dünyayı!
Seller, kasırgalar, tepemize boşanın,
Sulara gömün kuleleri rüzgar horozlarına kadar!
Düşünce hızıyla çakıp sönen kükürtlü alevler, Bir vuruşla meşeleri ikiye bölen yıldırımın öncüleri, Şu ak saçlı başımı alazlayın! Ve siz, ey evreni sarsan gök gürültüleri, Yamyassı edin şu semiz dünyayı o korkunç kükremenizle.. Paramparça edin doğanın insan döken kalıplarını, Yokedin hemen nankör insan üreten tohumlarını!
Gürleyin gökler vargücünüzle! Yağdırın, saçın ateşlerinizi! Sellere boğun bizi!
Kral Lear, bunalımın eşiğindedir. O sırada köylü kılığındaki Kent yanlarına yaklaşarak, yağmurdan sırılsıklam olan Krala tepedeki kulübeyi işaret ederek oraya girmelerini ister. Lear yaşadığı bu bunalım esnasında bir yandan da o güne kadar pekte düşünmediği halkının böylesi havalarda nasıl yaşabildiğini düşünmeye başlar. Aslında Lear, değişimin başladığı noktadadır. Zira o güne kadar sarayın ve krallığın sunduğu ihtişamı yaşamış ve böyle düşünceleri hiç olmamıştır.
Aynı kulübenin civarında Gloucester Kontunun oğlu Edgar da deli taklidi yaparak saklanmaktadır. Kulübeye gittiklerinde karşılarında ustu başı pejmürde Edgar'ı gördüklerinde önce in mi cin mi olduğunu anlayamazlar ancak daha sonra onun meczup bir ademden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Kral Lear Edgar'ın bu halinin insanlığın gelebileceği en üst nokta olduğunu savunarak üstündeki elbiseleri yırtarak çıkarmaya başlar. Lear'ın bu sahnede yaşadığı cinnet anı üzerindeki elbiselerden kurtulmak istemesi değil ona tüm yaşadığı kötü zamanları, aldığı tüm yanlış kararları hatırlatan krallık elbisesinden kurtulmak istemesidir. Bir tarafta doğanın yasalarına karşı gelmek isteyen ama bunu asla yapamayacak olan gururlu Kral Lear giderek yerini kendini, doğayı daha iyi anlayan insan Lear'a bırakmaya başlamıştır.
Bu esnada Gloucester kontunun hainlik yaptığı ve Fransa lehine çalıştığı gibi bir haber dolaşır etrafta… Regan'ın kocası Cornwall kontun hemen yakalanmasını ister. Nitekim Gloucester yakalanıp apar topar Cornwall'in karşısına getirilir. Bu sahne güç ve iktidar için her şeyi yapabilecek insanların işi nereye kadar vardırabileceğinin bir göstergesidir. Cornwall içinde yanan kin ve nefret ateşini Gloucester'in gözlerini kör ederek söndürmeye çalışır. Ama Krala ve Konta sadık bir hizmetçi çektiği bıçağıyla Cornwall'i ağır yaralar. Gloucester kör olmuştur ama Cornwall de yaşattığı bu acının karşılığını canıyla ödemiştir. Tüm bu olanlara şahit olan diğer kişiler aynı mayayı taşıdığı için böylesine vahşi bir eyleme dur bile dememişlerdir.
Kralın büyük kızı Goneril o sırada aşık olduğu Edmund'u düşünmekte ve kocası Albany'den nasıl kurtulacağının hesabını yapmaktadır. Aynı şekilde Ortanca kızı Regan da Edmund’ aşık olduğu için o da ablası Goneril'i nasıl alt edeceğini planlamaktadır. Hatta Cornwall öldüğüne göre Edmund'u hakeden Regan'dan başkası değildir. Fakat o sırada Goneril Edmund’un aşkından ve ona bir an önce kavuşmak için haince bir plan yapar ve kocası Albany'i öldürmesi için kahyası Oswald'ı görevlendirir. Bunu fırsat bilen kahya yaltakçı ve çıkarcı bir kişilik olduğu için durumdan Regan'ı da haberdar eder. Sonuçta kim hayatta kalırsa oradan nemalanacak biridir Oswald… Regan Oswald'ın gittiği yerde önce Edmund'a uğrayıp yazdığı mektubu vermesini ister ve eğer bu yarışı kendisi kazanırsa çok şeyler kazanacağını da söylemeyi unutmaz. Hatta Oswald, Regan'ın yanından ayrılırken “kime daha iyi hizmet edeceğimi yakında görürsünüz” diyerek sinsice oradan uzaklaşır.
Gloucester kontu gözleri kör edildikten sonra serbest bırakılır ve o da kendini bilmediği yollarda bir oraya bir buraya savrularak yürümektedir. Lâkin karşısına aniden ölüm ve aşk habercisi Oswald çıkar.
Tam Gloucester'i öldürecekken, kader bu ya oğlu Edgar ortaya çıkıp iki yüzlü kahya Oswald'ı oracıkta öldürür. Cebinden ulaştırması gereken mektupları bulan Edgar vakit geçirmeden Britanya ordusunun başında bulunan Albany'nin yanına gider.
Gloucester ile Kral Lear'ın buluşması da ilginçtir. Zira bu iki ihtiyar adam aynı kaderin mahkumları gibidir. Biri oğulları diğeri kızları yüzünden düşmüşlerdir bu durumlara… ikisini de yanlış kanıları mahvetmiş, şüphe tohumları yollarını şaşırtmıştır. Ama yinede kendilerini bulduklari bu zorlu yol birbirlerini de tekrar bulmalarını sağlamıştır. Gloucester gözleri görürken kördür, oysa şimdi gerçekleri daha net görmektedir. Kral Lear ise delirerek kendini akıllı saydığı zamanlardan daha çok gelmiştir kendine…
Kral Lear nihayet başından beri onu izleyen sadık dostu Kent'in ve ona sadık diğer kişilerin yardımıyla kızı Cordelia ile kavuşmuş, onu en çok seven kızının o olduğunu gerçek bir insan olmanın ne demek olduğunu anlamış bir halde yüzü gülmeye başlamıştır. Ama…
Albany komutasındaki Britanya ordusu Fransız ordusunu yenmiş, Lear ve Cordelia esir olarak alınmıştır. Edmund bu esir alma haberini kimse duymadan bir askere emir vererek kralı ve kızını götürüp gizlice asmasını emreder. Fakat daha önce Oswald'ı öldürerek cebindeki mektupları ele geçiren Edgar, Albany'ye tüm olayları kanıtlarıyla birlikte anlatır. Albany, karısı ve baldızının hain planlarını duyar duymaz hemen askerlerine emir vererek Lear ve Cordelia'nın derhal yanına getirilmesini emreder.
Ancak infazın bir kısmı gerçekleşmiş, Cordelia'nın öldürülmesine engel olunamamıştır. Kral Lear küçük kızının cansız bedeniyle sahnede belirir. Nedense Lear sürekli onun dudaklarına bakıyor, kızının öldüğüne inanmıyor ve dudaklarının kıpırdadığını gördüğüne yeminler ediyordur. Aslında bu duydukları Lear'ın ecelinin mırıltısından başkası değildir.
Peki bu tragedyadaki diğer kötülere ne mi olur? Edmund yalan yere kandırarak bir babanın evladına düşman olmasını sağladığı için abisi Edgar tarafından öldürülür. Goneril Edmund'a duyduğu aşkın kıskançlığından kız kardeşi Regan'ı zehirletir. Sonrasında o da tüm yaptığı kötülükleri ortaya çıktığı için buna dayanamayıp intihar ederek hayatına son verir.
İşte geldik bir tragedyanın daha sonuna
Sürçü lisan edilmişse affola…
Sağlıcakla kalın 🤗
Comments