top of page

Kozmopolit Tarih


1519'da İspanyol Hernando Cortez adamlarıyla Azteklerin başkentine ulaştığında kral Montezuma'nın danışmanları onlara barışçıl davranmaları gerektiğini savunarak kralları Montezuma'yı bu yönde karar alması gerektiğini söyleyerek ona baskıda bulunmuşlar. Oysa Cortez ve adamlarının tek bir amacı vardır; Bölgeyi kolonize ederek bulabildikleri değerli madenleri ve malzemeleri ele geçirmek...


Bu kaba ve vahşi korsanlar karşılaştıkları böylesi barışçıl bir karşılama karşısında önce şaşırır. Fakat kanlarında bulunan ve asla uyumayan barbar kişilikleri ile hızlıca kral Montezuma'yı esir alarak elde etmek istedikleri ganimetler için onu zorlamaya başlarlar. Sonrasında ele geçirdikleri tüm ganimetleri yanlarına alarak bölgede yaşayan tüm Aztekleri ya öldürür ya da köle olarak çalışmaya zorlarlar. Dönem itibariyle İspanyollar inandıkları dinin en koyu hali olan ve dini doktrinleri en sert şekilde uygulayan kurallara riayet eden bir hayat görüşüne sahiptir. Hattı zatında daha öncede İspanya da yaşayan Endülüs’lü müslümanlara ve orada bulunan Hristiyan harici başka dinlere inanan insanları da ya öldürmüş ya din değiştirmeye ya da zorunlu olarak göçe zorlayarak sözde kendi ülkesini özelikle dini ve ırksal olarak arileştirme işine girişmişlerdir. Hatta Auto de fe ile ki; "Auto de fe" İspanyolcada "İman Eylemi" anlamına gelen bir terimdir. Genellikle Ortaçağ döneminde Engizisyon tarafından, sapkınlık veya kafirlikle suçlanan kişilerin halka açık olarak yargılanması ve cezalandırılmasını ifade eder. Sapkınlık veya kafirlikle suçlanan kişiler, alevli bir haçın önünde diz çöktürülür, daha sonra, bir yargıç tarafından suçları okunarak cezaları verilirdi. Ki bu cezalar çoğunlukla suçlanan kişilerin feci şekilde işkence edilerek öldürülmesiyle sonuçlanıyordu. Auto de fe özelikle kişisel veya üstün olduklarını iddia eden toplulukların doğrucu ve kendine has dini doktrinlerini uygulamak adına sözde düzeni sağlamak için yaptıkları, sadist duygularına kılıf uydurdukları bir baskı mekanizmasıdır.


Neticede önemli bir tarihi keşif gerçekleştirecek olan ve kaşif Kristof Kolomb'u tüm yolculuğu ve araştırmaları için finanse eden ülkenin İspanya olmasına şaşırmazsınız diye düşünüyorum. Ve bu sponsor olma ve finansörlük görevini "Hadi Kolomb, git de şöyle bilmediğin denizleri biraz dolaş. Eğer ilginç anıların olursa döndüğünde onları bizimle paylaşmandan dolayı mutluluk duyarız ", gibi saçma bir sebeple yapmamışlardır bunu... En gerçekçi hali ile bu işe para yatırmalarının asıl sebebi; Kolonize edilecek yeni topraklar bulma, zengin ganimetlerle hatta yeni ve bir sürü köle ile geri dönülmesi için yapmışlardır.


Peki tüm bu sömürgeci yayılma politikasında başarılı olabilmişlrr midir?


İspanyolcanın bugün dünyada en çok konuşulan dillerin başında gelmesi sanırım başarılı olduklarını gösteriyor gibi öğle değil mi?


Bugüne geldiğimizde gerçi hâlâ bazı ülkelerin aynı vahşi tutumlarını devam ettirdiklerini görmekteyiz. Gerek ağır ve yok edici silah sanayileri ve sahip oldukları para ve teknolojileri sayesinde tıpkı bir zamanlar İspanyolların, İngiliz, Fransız ve onlar gibi olan ve kendilerinin de günümüzde medeni olduklarını sayan ülkelerin yaptıkları, yaşattıkları gibi... Gerçi çoğu gelişmiş ülke artık ele geçirmek istedikleri yerleri emperyalist bir tutumla yani daha çok ekonomik, politik ve kültürel olarak etkisi altına almayı tercih ediyor. Az gelişmiş ülkeler, ki bunların sayısı oldukça fazladır. Eğer ki çok gelişmiş ülkeler istediği ve kapital dünyada ederi olan herhangi bir şeyi az gelişmiş bir ülkede bulunduğuna ikna olurlar ise, onu ele geçirmek ve kendi ekonomilerine kazandırmak için yapılması gereken ne varsa yapmaktan geri durmaz. Yeter ki almak istedikleri sonuçlar kendi lehlerine olsun.


Tıpkı yüzlerce yıl önce İspanyollar tarafından desteklenen zorba Hernando Cortez gibi, tıpkı Kaşif Kristof Kolomb gibi...


Hatta ele geçirilmek istenen ülkenin kendi içinde bulunacak sempatizanları sayesinde bu işin çok daha kolay olacağını artık biliyorlar. Kendi tarihimizden bir örnek vermek gerekirse; Milli mücadele dönemi Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı VI. Mehmet daha çok bilinen adıyla Vahdettin'in sadrazamı ve kız kardeşi ile evli olan Mehmet Ferit, nam-ı diğer Damat Ferit bu sempatiyi yandaş desteği ile yeterince yerine getirmiş bir kişiliktir. Gerçi Milli Mücadele sonrası çıktığı yargı ile Vatan Haini ilan edilerek sürgün edilmiştir ama yinede bağımsızlığı ekmek gibi su gibi bilen bir milletin çok uzun olmasa da belli bir süre bu insanların ülke sınırları içinde dolaşmasına mani olamamış olması bir hayli canlarını sıkmıştır.


I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış olan ve dahi öncesinde Balkan Harbi ile yeterince yorgun olan Osmanlı ordusu sonrasında İtilaf Devletleri ile imzalanan Mondros Mütarekesi ile iyice yok olmaya mahkum edilmiştir. Bu sözde ateşkes anlaşmasında (ki aslında sevr'e hazırlık çalışmasıdır) başı çeken İngiltere'nin aşırı sempatizanı olan Damat Ferit, içerde kendini idare ederken, kendi dışında İngilizlere bağlı bir ülke olunması için var gücüyle çalışmıştır. Hem işgal ettiği devlet makamı, hem de padişaha hısımlık derecesinde yakın olması sebebiyle pek çok konuda düşman devletlere yardımı dokunmuştur. 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu toprak bütünlüğünü tamamen kaybetmiş ve artık manda ve himaye mecburi bir kabulleniş olmak zorunda kalmıştır. Neyse ki Ankara Hükümeti tüm bu yandaşlara, hainlere dur demiş, uygulanmak istenen kararları asla ve kat’a kabul etmeyerek Türk milletinin içindeki iman kadar saf ve mübarek olan toprak ve vatan sevdasını ateşleyip kurtuluş mücadelesini başlatmıştır.


Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır diye düşünüyorum.


Montezuma kral olmasına karşın yanındaki danışmanlarının yanlış yönlendirmesi sonucunda hem canından hem de vatanından olmuş, bununla da kalmayıp halkının boş yere ölmesine veya köle olarak kullanılmasına neden olmuştur. Hayatlarında böylesi büyük bir gemi görmemiş, beyaz bir ırkla hiç karşılaşmamış, üstelik ellerinde demirden delik çubuklarla adeta birer tanrı gibi topraklarına gelmiş insanları yüce ve kutsal sayarak kendi mahflarına sebep olmuş olan Aztek yöneticileri, yanlış kararlar aldıklarını düşünseler bile çok geç kalmışlardır. Şayet Atatürk ve silah arkadaşları yerinde ve zamanında müdahale etmemiş olsaydı muhtemelen bizlerde Aztekler gibi yok olmuş ve tarih sayfaları arasında kaybolup gitmiş olacaktık. Özelikle 1453 yılında İstanbul'un fethi ile başlayan ve dahi aynı İstanbul'un 1922 yılında ikinci kez geri alınması ile son bulan bu azimli ve kutsal mücadele şanlı Türk ulusu için müthiş bir geçmiş ve haklı bir zaferdir.


Ve fakat sadece zafer kazanmak yetmez, bunu akıl ve zeka ile sürdürmek de gerekir.


Sağlıcakla kalın /İçaforiz 🤗

Comments


bottom of page