top of page

Gotik Bir Doğu Düşü: Vathek

  • Yazarın fotoğrafı: Öykü Yavuz
    Öykü Yavuz
  • 5 gün önce
  • 6 dakikada okunur

Gelin size bu bölümde İngiliz yazar William Beckford'un 1786 yılında, üstelik sadece birkaç günde yazdığı ve edebiyat dünyasının ilk gotik eserlerinden biri olarak kabul edilen Vathek öyküsünden bahsedeyim.


Şark, yani Oryantalist Doğu, içinde barındırdığı zenginlik ve gizemli yapısı sayesinde Batı'nın hep ilgisini çekmiştir. Bunun sebeplerinden biri de sanırım Binbir Gece Masalları olsa gerek… Zira Batı’nın bu egzotik masalları keşfetmesi 17. yüzyıl sonlarında gerçekleşir. Doğu’nun ihtişamlı ve şehvetli geceleri, zenginliği, masallardaki mistik, fantastik ve büyüleyici atmosferi dikkatlerini çekmiş olmalı ki Voltaire'den Goethe’ye kadar pek çok yazar, ressam, şair bu dönemin etkisiyle eserler vermiştir.


İşte Vathek de bunlardan biridir.


Kitabın özetine geçmeden önce, öyküde yer alan bazı önemli sembollerden söz etmek gerekir.


Vathek’in keskin ve her şeyi gözetleyen gözü, iblisin ona sunduğu lanetli kılıçlar, kadim bilgelik kitapları, sarayda beş duyuya hitap eden hedonist odalar, sonsuz bilgiye ulaşma arzusuyla inşa ettirdiği kule, sefaletin ve lanetin simgesi Yeraltı Sarayı, büyü ve kudret hırsıyla dünyayı şekillendirmeye çalışan annesi Karathis, zenginliğe ve ihtişama körü körüne bağlı eşi Nurunihar...


Tüm bu semboller yalnızca fantastik bir anlatının parçaları değil; aynı zamanda Batı dünyasının kendi içindeki karanlıkla yüzleşme biçimi olarak da okunabilir.


Bu karanlık öyküsünün özetini yaparken yer yer bu sembollerden de bahsetmeye çalışacağım için ayrıca açıklama yapmama gerek olmadığını düşünüyorum. Ve “Yahu kim bu Vathek?” diye sorarak özetine başlıyorum.


Vathek; güç, bilgi, zenginlik ve zevk uğruna her sınırı zorlayan bir karakterdir.


Öyküde Abbasi halifelerinden biri olarak tanıtılan Vathek, başlangıçta halkı tarafından sevilen, adil sayılabilecek bir yöneticidir. Ancak ne zaman öfkelenip arzuları engellense, gözlerinden biri öyle bir parıldar ki — o bakışa maruz kalan kişi adeta ölümle yüz yüze gelir.


Zamanla Vathek’in içinde yanan arzu sadece öfkeyle değil; gizemli bilgilere, yasak hazlara ve sınırsız dünya nimetlerine duyduğu açlıkla da büyümeye başlar. Bu doyumsuzluk, onu giderek karanlık bir yola sürükler.


Vathek, bir yandan doymak bilmeyen merakını bastırmak için gizemli bilgilere ulaşmaya çalışırken, öte yandan sarayındaki haz odalarında kendini sınırsız zevklere kaptırır.


Bu odalar, beş duyunun her birine hitap edecek şekilde tasarlanmıştır; dünyevi zevklerin en rafine hâli burada yaşanır. Bir odada dünyanın en seçkin müzikleri çalınır, başka bir oda ise daha önce kimsenin bilmediği, insanı sarhoş eden düşsel kokularla bezelidir. En yetenekli aşçılar, karşı konulmaz tatlarla bir başka odada hizmet verirken; göz alıcı görsel şölenler, sanatın ve ihtişamın zirvesini temsil eden eserlerle başka bir odada sunulur. Ve nihayet, cennetin hurilerini bile kıskandıracak güzellikteki kadınların bulunduğu, bedensel hazların doruğa çıkarıldığı o odada tatmin arayışı son sınıra kadar zorlanır.


Fakat tüm bu hedonik hazlar tatmin edildikçe, daha fazlasının ortaya çıkacağı da aşikârdır. Zira yazarın henüz kavram olarak bilmediği ama anlam olarak ifade etmeye çalıştığı konu, bugün bizlerin de yaşadığı hedonik adaptasyondan başka bir şey değildir. Hedoni dediğim vakit hemen aklıma Dorian Gray geliyor. Oscar Wilde’ın bu grotesk ve yer yer gotik temalarla bezeli romanı da yine Vathek gibi haz odaklı bir yaşamı kendine ilke edinmiş başka bir karakterdir. Arzu edenler Dorian Gray'in Portresi eserini anlattığım bölümü aynı isimle kanalda bulup dinleyebilirler.


Vathek, zevk-ü sefa âlemlerini yaşarken günün birinde kendini Hintli bir tüccar olarak tanıtan bir adam, elindeki gizemli nesneleri satmak için Vathek'in huzuruna çıkar. Üzerinde gizemli harflerle yazılar bulunan kılıçlar Vathek’in hemen dikkatini çeker ve yüklü bir miktar vererek bunları satın alır. Satıcıya bu yazıların ne olduğunu sorar. O da, “Kılıcı elinde tutana güç vereceği”nin yazıldığını söyler. Neden sonra bunu tekrar yapmasını istediğinde Hintli tüccar, kılıçların üzerindeki yazıların değiştiğini ve başka bir cümle yazdığını ifade eder. Kandırıldığını düşünen halife, tüccarı huzurundan kovar. Öyle ki, o muhteşem bakışıyla ona zarar bile verir.


Bu arada Vathek, yıldız ilimleri ve astroloji gibi meraklara sardığı için onlara daha yakın olabilmek ve kendi gücünü kutlamak adına bir kule inşa ettirmeye başlar. Öykünün bu kısmında İslam peygamberi Hz. Muhammed, göğün yedinci katından olanları seyretmektedir. Ve Vathek’in kibrinin sonunu getireceğini bilmektedir. Fakat yine de kaderini yaşaması için tüm bu olanlara ses çıkarmaz. Burada şunu belirtmem gerekir diye düşünüyorum: Yazarın Hristiyan olması ve İsa peygamberi Tanrı’nın oğlu gibi görmeleri, Hz. Muhammed’i de öyle bir mizansende yazmasına sebep olmuş olmalıdır. Yoksa İslam inancında Allah'tan başkasının dünyevi hayat devam ederken müdahale edebilmesi mümkün değildir.


Vathek, bir türlü çözemediği bu gizemler için konuyu aydınlatacak kişileri saraya davet eder. Ve aynı Hintli yeniden ortaya çıkar… Bunun üzerine halife onu yedirir, içirir. Fakat bu adam ne içkiye ne de yemeğe doyar. Ayrıca o kadar çok konuşmaktadır ki, Vathek yeniden öfkelenir ve bu yabancıyı tekmelerle ülkesinden kovdurur. Sinirini alamayan halife, halkın da desteğiyle top gibi sekerek giden bu yabancıyı takip eder ve adamın bir yarığın içine yuvarlandığını görür. Oraya inmek isteyen Vathek, gelen sesle irkilir. Bu ses, “Şayet o yarığın içine inerek dünyanın tüm servetine kavuşmak isterse, kendisine 50 güzel ve akıllı çocuğun kurban edilmesi gerektiğini” söyler.


Vathek ne mi yapar? Bilme ve sahip olma arzusu yüzünden çevresinde bulunan ülkenin ileri gelenlerinin sahip olduğu çocuklarını bu yarıktan aşağıya atarak bu çirkin iblise kurban eder.


Öykünün buradan sonrasında Hintli tüccarın bir iblis olduğunu anlamış oluruz. Katledilen bu 50 çocuktan sonra halk ve saray efradı ayaklanıp Vathek’i öldürmeye çalışır.


Bu esnada öykünün ikinci kötüsü de ortaya çıkmış olur: Vathek’in büyüler ve şeytani tılsımlarla ilgili olan annesi Karathis…


Karathis, Arap soyundan gelen bir kadın değildir. Bunun içindir ki inançsal olarak tek tanrılı bir dinin kültürüne de bağlı değildir. Gizemli ritüelleri ve manipülatif sözleriyle herkesi etkilemeyi başararak oğlu Vathek’i kurtarmayı başarır. Ama Karathis'in asıl istediği şey, hizmet ettiği karanlık güçlerin ülkeye ve insanlara hükmetmesidir.


Vathek, katledilmekten kurtulur kurtulmasına da, karanlık Yeraltı Sarayı’nın kapısından geçerek tüm güce ve zenginliğe sahip olma arzusundan vazgeçmez. Yarıktan gelen ses, bunu elde etmek için Muhammed’i inkâr etmesi gerektiğini, İsthar bölgesine seyahat etmesini ve hiçbir çatı altına girmeden bu yolculuğu tamamlamasını ister.


Vathek, içindeki karşı konulmaz merak hissi yüzünden buna da onay vererek yolculuğa çıkmaya karar verir.


Yolculuk için her ne kadar Vathek’in tüm zaruri ve tutku ihtiyaçlarını gidermesi adına hazırlıklar yapılsa da, akla gelmeyen aksilikler —ki bu aksilikler fırtınalar, yabani hayvanların saldırısı, bununla birlikte yaşanan açlık ve susuzluk (belki de bu yaşananlar ilahi olanın müdahalesi de olabilir, ne dersiniz?)— kervandaki sahip oldukları tüm eşyaların, yiyeceklerin, hatta pek çok insanın bu badirelerden zarar görmesine sebep olur. Her ne kadar iblis, Vathek’e hiçbir çatı altına girmemesi talimatı verse de, o buna uymaz ve orada bulunan zengin bir emir olan Fahreddin’in evine sığınır.


Emir Fahreddin, inandığı dini elinden geldiğince doğru bir şekilde yaşamaya çalışan ve yönettiği halkına adil davranan bir yöneticidir. Vathek’in öyle biri olmadığını önceden bildiği için onun da doğru yola dönmesi adına evini, yemeğini esirgemediği gibi sözlerini de esirgemez.


Vathek’in pek umurunda olmasa da… Günlerden bir gün Vathek çevreyi dolaşırken etrafta ceylan gibi seken, narin ve cilveli bir kızla karşılaşır. Bu kız Emir Fahreddin'in kızı Nurunihar’dan başkası değildir. Vathek, Nurunihar’ı görür görmez âşık olur. Nurunihar da ona karşı boş değildir. Fakat o, ondan yaşça küçük olsa da kuzeni Gülşenruz ile nişanlıdır. Babası Emir Fahreddin de böyle olması için verdiği sözü tutmak istemektedir. Kızı Nurunihar ve Vathek’in aralarında başlayan duygusal ilişkiyi önlemek için bir plan yapar. Bu plan, Shakespeare’in Romeo ve Juliet tragedyasından da hatırlayacağımız, geçici bir süre ölmüş gibi davranmalarını sağlayacak etkisi az bir zehir içme sahnesinin aynısıdır.


Fahreddin, kızı ve nişanlısı Gülşenruz’u Vathek’e karşı ölmüş gibi gösterecek ve halife oradan ayrılınca tekrar ortaya çıkaracaktır. Zehri içen Nurunihar ve Gülşenruz ise bunları bilmeyecek, kaçırıldıkları yeri öldükten sonra gittikleri cennet gibi bir yer zannedeceklerdir.


Bir gün Nurunihar, bulunduğu yeri keşfetmek için dolaşmaya çıkar ve o esnada üzüntüsünden kedere boğulan Vathek’le karşılaşır. Bu karşılaşma, Emir Fahreddin’in yapmaya çalıştığı bütün planları altüst eder.


Bu kısımda Nurunihar ve kuzeni Gülşenruz hakkında kısacık bir bilgi vermiş olayım. Nurunihar, güzel ve alımlı bir genç kız olsa da dünyevi olana, zenginlik ve ihtişama karşı düşkünlüğü ve maceraperest kişiliğiyle Vathek’in ona sağlayacağı imkânlara meyillidir. Gülşenruz'u ne kadar severse sevsin, onun küçük bir çocuk oluşu, genç kız arzularını karşılamaya yetmemektedir. Bunu ancak güçlü, ihtiraslı ve arzularını dizginlemeyen biri —yani Vathek— gerçekleştirebilir. Gülşenruz ise çocuksu, masum halleriyle meleklerin bile dikkatini çekecek ölçüde biridir. Onun zihni dünya hırsı ve ihtiraslarıyla kirlenmemiştir.


Öykümüze dönecek olursak; Nurunihar ve Vathek birlikte olduktan sonra adeta bir rüya âleminde gibi yaşamaya başlar. Fakat halifenin annesi Karathis, iblisin isteklerine uymayan oğlunu tekrar aynı yola döndürebilmek için Gülşenruz’u yakalayıp kurban etmek ister. Gülşenruz’u bu kurban ritüelinden kurtarmak için Muhammed’in emir verdiği bir melek yardımına gider ve onu, öykünün başında iblisin kendine kurban edilmesi için talep ettiği 50 çocukla birlikte cennetvari bir yere götürür. Burada sonsuza kadar çocuksu ve saf hâliyle yaşamasına izin verilir.


Vathek ve Nurunihar, iblisin sarayına girer. Fakat arzu ettikleri mükâfat yerine, o güne kadar yaptıkları, yaşadıkları, yaşattıkları şeylerin sorumluluğunu almak üzere bir odaya kapatılırlar.


Karathis, oğlu Vathek’i oradan çıkarmak istese de Vathek artık onun, iblisin hizmetçisi ve lanetli bir cadı olduğunu karanlığa haykırarak yanından kovar:


“Adı batasıca kadın! Beni dünyaya getirdiğin güne lanet olsun.”


Bunun üzerine Karathis, oğlu Vathek’i bir kez daha ayartamayacağını anlayınca, yolunu takip ettiği iblisin yanına giderek saygısını sunmaya devam eder. Aslında o da biliyordur günün sonunda başına gelecekleri; ama kötülük bir ruhu tamamen ele geçirdiğinde, iyiye dönüş mümkün olmayacak kadar ve o ruha etki edemeyecek kadar etkisini yitirir.


Yarı aydınlık bir odada işledikleri suçların affedilmesi için bekleyen Vathek ve Nurunihar, gelen haberle yıkılır. Zira onların tövbeleri kabul edilmemiş ve iblisin sarayı olarak bilinen cehennem çukurunda kalmalarına karar verilmiştir.


Vathek, yalnızca bir doğu masalı değil; aynı zamanda arzunun, merakın ve doyumsuzluğun karanlık bir alegorisidir.


Saraylar, kuleler, yıldızlar, kılıçlar ve kurban edilen masum çocuklar… Tüm bu semboller, yalnızca egzotik bir doğu masalı değil, aynı zamanda Batı'nın kendi karanlık gölgelerinin de bir yansımasıdır.


Vathek, aslında hepimizin içinde bastırmaya çalıştığı o karanlık arzuların, bitmek bilmeyen "daha fazlasını isteme" hâlinin, merakla başlayan ama lanetle sonuçlanan yolculuğunun gotik ve düşündürücü hikayesidir.


Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşünceye dek, sağlıcakla kalın 🤗

Comments


bottom of page