top of page

Ölümcül Yumurtalar

  • Yazarın fotoğrafı: Öykü Yavuz
    Öykü Yavuz
  • 13 Ağu
  • 2 dakikada okunur
ree

1928 yılında Moskova’da, zoolog Profesör Vladimir Persikov, akademik titizliğiyle tanınan, hayvan bilimi alanında uzmanlaşmış fakat insanlardan pek hoşlanmayan bir mizantrop olarak bilinir. Bir gün, mikroskop altında yaptığı araştırmalar sırasında tuhaf bir ışın keşfeder. “Kızıl Işın” adını verdiği bu ışık, canlıların hücre bölünmesini olağanüstü hızlandırmakta, yumurtaların normalden çok daha kısa sürede gelişip devasa, sağlıklı canlılar ortaya çıkmasına yol açmaktadır.


Nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde bu buluş basına sızar. Tam da aynı günlerde, bir tavuk çiftliğinde başlayan ölümcül bir virüs salgını, ülke genelindeki tüm kümes hayvanlarını kırıp geçirir. Virüsün insanlara bulaşmasını önlemek amacıyla mevcut bütün kanatlı hayvanlar ve yumurtalar imha edilir. Ancak bu durum, dönemin kolektif toplum yaratma bilincinin en yüksek seviyelerine ulaştığı Sovyetler’de ciddi bir gıda krizine neden olur.


Devlet yetkilileri çözümü, Profesör Persikov’un buluşunda görür. Onu ziyaret ederek laboratuvarındaki “Kızıl Işın” deneylerini kamulaştırırlar. Burada özellikle dikkat çekmek gerekir: totaliter yapılar yalnızca her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünmez, gerektiğinde zorla el koymaktan da çekinmezler.


Ülkede hiç tavuk yumurtası kalmadığından, Almanya’dan acil sipariş verilir. Aynı dönemde Profesör Persikov da kendi deneyleri için Almanya’dan yumurta sipariş etmiştir. Fakat yetkin olmayan, dil bilgisi yetersiz bir Rus memurun yanlış çeviri ve telaffuzu, büyük bir felaketi tetikler. Tavuk yumurtaları yerine tropik hayvan yumurtaları sipariş edilir. Alman yetkililer bu talebi, “Ruslar büyük bir tropikal hayvanat bahçesi kuruyor” diye yorumlayarak sevinçle karşılar ve siparişi gönderir.


Yumurtalar geldiğinde Tarım Komiseri, vakit kaybetmeden bunların “Kızıl Işın”a maruz bırakılmasını emreder. Ancak kısa süre içinde yumurtalardan dev anakondalar, kocaman timsahlar ve devekuşları çıkar. Işının etkisiyle hızla büyüyen bu yaratıklar, önlerine çıkan her şeyi yutmaya başlar. Bölge, kısa sürede tam bir kaos alanına dönüşür. Bu sahne, İngiliz yazar H.G. Wells’in Tanrıların Tohumu hikâyesini hatırlatır ki, Bulgakov’un Wells hayranı olduğu da bilinir.


Dev canavarlar kontrol edilemez hale gelirken, aynı esnada Profesör Persikov’un siparişleri eline ulaşır. Evet, bunlar bildiğiniz tavuk yumurtalarıdır. Siparişler karışmış; Profesöre gelmesi gereken yumurtalar kaos bölgesine gitmiş, tropikal hayvan yumurtaları ise laboratuvara ulaşmıştır. Halk, felaketin sorumlusu olarak Profesör’ü görür ve öfkeli bir kalabalık laboratuvarı basarak onu öldürür.


Sonunda hava sıcaklığının düşmesiyle birlikte yaratıklar ve henüz çatlamamış yumurtalar donar, yok olur. Geriye ise harap olmuş köyler, yüzlerce ceset ve bir ülkenin hafızasında silinmeyecek bir korku kalır.


Mihail Bulgakov’un ironi yüklü bu eseri, devlet kontrolünde gerçekleşen bir felaketin, sorumluluktan kaçmak için nasıl kolayca bir günah keçisi yarattığını gözler önüne serer. Anlatı, baskı ve tehdit yoluyla her şeyi kontrol eden bir egemen güç kabul edildiğinde, bireylerin özgünlüklerini yitirerek kitlesel bir organın parçasına dönüştüğünü çarpıcı biçimde ortaya koyar. Bulgakov, bilimin ve yeni keşiflerin ancak devletin onayı ve denetimi altında var olabileceğini, meraklı bir kaşifin tek başına bilim üretme gücünün ise böylesi bir düzende ne kadar zayıf kaldığını ustalıkla vurgular.


“Bilginin değeri, onu elinde tutanın niyetiyle ölçülür.”


Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşünceye dek, sağlıcakla kalın.

Comments


bottom of page