
Don Kişot romanının kimi kısımlarında idealize edilmeye çalışılan alegorik bir sunuş vardır. Mesela Don Kişot, yeldeğirmenleri ile karşılaştığında onları birer devmişcesine gibi görür. Hayatın zorluklarına, onları çözüme ulaştırmaya atıf yapılarak esas olanla algılanan gerçekliğe bir gönderme yapılır.
Yine kendine eş olarak seçtiği ve gerçekte bir köylü kızı olan Aldonza Lorenzo ‘yu ideal aşkın göstergesi olarak görüp, onu Toboso ‘nun Dulcinea ‘sı yani Toboso prensesi olarak düşünüp ideal aşkın ve mükemmel ilişkinin peşinden gider.
Don Kişot çıktığı şövalye yolculuğunda karşılaştığı herkesi ve her yeri kendi algı dünyasına, yaşantısına ve içinde bulunduğu inanmışlık haline göre idealize etmeyi sürdürür.
Kendine yaver olarak seçtiği Sancho Panza da bunlardan biridir. O, doğrunun, sadakatin ve saflığın idealize edilmesi ile yaratılmış bir karakterdir.
Don Kişot’un, okuyup inandığı şövalye yansıması da geçmişe dair özlemleri içerir. Zira Cervantes, burada onur, cesaret, sadakat, mücadele etme, dostluk, yardımlaşma, saygı duyma gibi insana has durumlar ve duyguların kendi zamanında giderek yok olduğunu anlamış ve yarattığı Don Kişot ile bu duruma itirazlarını belirtmiştir.
Don Kişot, Montesinos mağarasında inzivaya çekildiğinde kendi bilinçaltı derinliklerine inerek kendi gerçekliği ile yüzleşir. Bu yüzleşme ile idealize ettiği ise yine geçmişe özlem olarak ortaya çıkar. Orada kaldığı süre boyunca tutsak edilmiş bir zafer dünyası yaratan Don Kişot, şövalyelerin dünyasında iki asil gerçeklik olan kılıç yani zafer kazanma isteği ile uğruna her şeyin feda edileceği prensesleri hayal ederek , hayal ve gerçeği birbirine geçirip kendi dünyası ile özdeşleştirir.
Kitapta Don Kişot ‘un elleri ayakları bağlı mahkumları kurtarıp azat etmesi de bir alegori olarak görülebilir. Toplumsal baskının ve ceza uygulamalarının bireyselliği baskılayıcı yönü özgürlük ideali ile verilmeye çalışılır.
Normalde gösteri yapacakları sirke kafesler içinde götürülen aslanlarla karşılaştığı sahne ise korkuların ve bu korkuların yarattığı baskılarla yüzleşmenin onlara karşı durarak cesaretin bilenmesinin idealize edilmiş şeklidir.
Miguel de Cervantes, hayal aleminde yaşayan bir adamın başından geçen bir hikayeyi yazmamıştır. Zaten Cervantes’ in hayatına da baktığınızda şayet bu hayaller olmasa hayatta kalamayacağını da anlarsınız. Tıpkı ikinci Dünya Savaşı'da tüm ailesi ile birlikte Auschwitz toplama kampına kapatılan ve sadece kendisi kurtulan Viktor Frankl ‘in anlam bulma adına kendi kafasında yarattığı dünya gibi…
Don Kişot'u okuduğunuzda bir romanda olması gereken ne varsa, hangi edebi türü görmek istiyorsanız hepsine rastlayabilirsiniz. Bu bakımdan eser *roman* kavramının ortaya çıkışı olarak kabul edilir. Don Kişot, trajiktir, komiktir, dramatiktir, hiperboliktir, ironiktir, alegoriktir, metaforiktir, satiriktir, sarkastiktir, şiirleri ile lirik, anlatımı ile epiktir. Kısaca Don Kişot dünya edebiyatı için çok ama çok kıymetli bir eserdir.
Bu bölümü de sevdiğim bir alıntı ile bitirmek isterim.
"Cesaret, korkunun üstesinden gelmek değil, korkuya rağmen hareket etmektir."
Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın 🤗
Comments