top of page

Başarının Kağıtla Ölçüldüğü Bir Eğitim Yılının Ardından

  • Yazarın fotoğrafı: Öykü Yavuz
    Öykü Yavuz
  • 3 gün önce
  • 2 dakikada okunur

İzin verirseniz size küçük bir tespitte bulunmak isterim.


Son zamanlarda telefonuma düşen kısa mesajlarda ve sosyal medya akışlarımda şu tür içeriklere sıkça rastlıyorum – özellikle belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarına ait olanlarda:

"... eğitim ve öğretim yılının sonunda başarılı olan öğrencilerimizin katılımıyla..."

Gerisini söylememe gerek yok sanırım. Yani yalnızca istenen başarı kriterini karşılayan öğrencilerin katılabileceği bir kutlama merasimi!


Oysa ki, aynı eğitim-öğretim yılı içerisinde pek çok şeyi başarmış ama bu kutlamalara “layık görülmeyen” nice öğrenci yok mu?


Örneğin:


Arkadaşları gibi kaynak kitaplara, teknolojik cihazlara sahip olamayanlar,


Bilgiye erişimi kısıtlı olanlar,


Sadece öğrenme biçimi farklı olduğu için düşük notlar alanlar...



Ve çoğu zaman, “başarı”nın ne demek olduğunu dahi bilmeyen eğitimcilerle karşılaşmak mümkün.


Bu tür ayrımcı kutlamaların, gerçekte bir motivasyon değil, dışlayıcı bir ötekileştirme olduğunu düşünüyorum.

Açık konuşmak gerekirse, yıl sonunda verilen “Teşekkür” ya da “Takdir” belgelerini tamamen yersiz ve hatta zararlı buluyorum. Başarının, bir kâğıt parçasıyla ölçülmesini reddediyorum. Çünkü bu, çocuklara başarı kavramını yanlış bir şekilde öğretmek anlamına geliyor.


Neden böyle düşündüğümü bir örnekle açıklamak isterim:


Yıllar önce okuma yazma öğrenemeyen, öğrenme güçlüğü yaşayan bir öğrenciyle çalışmıştım. (Aslında birçok öğrenciyle çalıştım ama burada yalnızca birini paylaşacağım.)


Bu öğrenci, okul başarısı gösteremedikçe kendini derslerden tamamen soyutlamıştı. Artık okuma yazma öğrenmek bile istemiyordu.

Öğretmeni sınıf tekrarı öneriyor, kendi öğretemediği bilginin suçlusu olarak da öğrenciyi görüyordu.

Oysa durum bambaşkaydı. Skolastik yöntem, tüm öğrencilere aynı içeriği, aynı yöntemle vermeyi temel alır. Bu yöntem zaten başlı başına, bazı öğrencilerin öğrenemeyeceği gerçeğini kabullenmek üzerine kuruludur.


Oysa eğitim bilimleri çoktan bunun ötesine geçti. Çoklu zekâ kuramı ve bireysel öğrenme modelleri gibi kavramlar, bu skolastik yaklaşımın çoktan geride kaldığını söylüyor.

Ama ne yazık ki, öğretmen ihtiyacını karşılayan akademi sistemi hâlâ aynı mantıkla mezun vermeye devam ediyor.


Konuya dönecek olursam:

Bu öğrenciyle kendi öğrenme modeline uygun bir yöntem bularak okuma yazma becerisini kazandırdım. Farkındalığı arttıkça, asıl becerisi olan matematik dersinde de yükselişe geçti.

“Ne alaka?” diyebilirsiniz.

Şöyle bir alakası var: Bu öğrenci, içinde sıkışıp kaldığı “başarısızım” düşüncesini terk etmeye başladı.

Artık hem öğretmenlerine hem de arkadaşlarına kendini ispatlayabileceği bir yol bulmuştu.


Ailenin kararıyla sınıf tekrarı yaptı – ben bunu önermemiştim. Ama bu sefer ne oldu dersiniz?

Öğrencim, yeni sınıfında, eski sınıf arkadaşlarından daha başarılı bir seviyeye ulaştı.

Aile ve öğretmen, verdikleri sınıf tekrarı kararından pişman oldular.

Çünkü o öğrenci artık başarılarını kendi içinden güdüleyebilen bir bireye dönüşmüştü.


Demem o ki:

Bir öğrenci başarıyı, dışarıdan verilen alelade bir belgeyle tanımlarsa, bu tür bir motivasyonun bir yerde tükeneceğini kabul etmelidir.


Ama başarıyı kendi içsel katalizörü olarak tanımlayan bireyler, bu yapay başarı törenlerini reddederek yollarına çok daha güçlü şekilde devam ederler.

Comments


bottom of page