top of page

#Anayurt Oteli

  • Yazarın fotoğrafı: Öykü Yavuz
    Öykü Yavuz
  • 30 Nis
  • 3 dakikada okunur

Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan’ın 1973 yılında yayımlanan ikinci romanıdır. Modern Türk edebiyatının önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilen bu eser, yazarın ilk romanı Aylak Adam ile birlikte en kıymetli edebi miraslarından biridir. Roman, Anadolu’nun küçük bir kasabasında, eski bir konaktan dönüştürülmüş bir oteli işleten Zebercet adlı bir adamın yavaş yavaş toplumsal hayattan kopuşunu ve nihayetinde intiharıyla sonlanan trajik çözülüşünü anlatır.

Zebercet karakteri romanın başında şöyle betimlenir:

“*Orta boylu denemez; kısa da değil. Askerliğindeki ölçülere göre boyu bir altmış iki, kilosu elli dört. Şimdilerde, otuz üç yaşında, gene don-gömlek kantara çıksa elli altı ya da elli yedi kiloyu bulur. İki yıldır karın kasları gevşemeye başladı. Başı bedenine göre büyükçe, alnı geniş; saçları, kaşları, gözleri, bıyığı koyu kahverengi; yüzü kuru, biraz aşağıya çekik ama gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının gittiği sabah aynaya baktığında gördüğü kadar değil. Elleri küçük, tırnakları kısa; omuzları, göğsü dar. Yedi aylık doğmuş.”*


Kasabanın merkezindeki bu otel, bir zamanlar Rumlara ait bir konaktır. Yunan işgali sırasında zarar görmeyen ender yapılardan biri olan bu bina, sonraları el değiştirerek otele dönüştürülür. Zebercet bu otelde dünyaya gelmiş, otelin rutubetli duvarları arasında büyümüş, hayatını neredeyse hiç dışına çıkmadan burada geçirmiştir.


Zebercet’in hayattan soyutlanması, daha anne karnındayken başlar. Yedi aylık doğdugunu söylemiştik; bu erken geliş, sanki onun suçuymuş gibi sabırsızlıkla yaftalanmasına neden olur. Hayatındaki ilk dışlanma budur. İkinci büyük soyutlanma ise bir oğlan çocuğunun yaşayabileceği en travmatik anlardan birinde, sünnet sırasında gerçekleşir. O anlarda ihtiyaç duyduğu teselli ve güveni verecek olan annesi, tam da bu dönemde hayata gözlerini yumar. Zebercet için ruhsal kırılmalar böylece başlar; benliği ilk sarsıntılarını yaşar.

Zamanla babasıyla birlikte Anayurt Oteli’ni işletmeye başlar. Ancak bu da gönüllü bir seçim değildir; ilkokulu bitirdikten sonra babası tarafından ortaokula gönderilmez. Hayat onun için erkenden kapanan kapılarla doludur. Yıllar geçer, askerlik gelir, gider. Fakat döndükten yalnızca iki ay sonra, bu kez de babası aniden ölür. Zebercet için bir kırılma daha...

Şimdi, sürekli başkalarının gelip geçtiği, ama yalnızca onun kaldığı bu otelde nasıl yaşanır? Anayurt Oteli’nin girişindeki eski tabela, ucunu toprağa göstererek bir yön belirler gibidir. Bu yön, sadece bir istikamet değil, belki de Zebercet’in yazgısına işaret eden karanlık bir metafordur.


Zamanla otele temizlik işlerine bakacak biri gerekir. Köyden, dayısı olduğunu söyleyen bir adamın elinden tutarak getirdiği, otuz beş yaşlarında Zeynep adında bir kadın çalışmaya başlar. Zeynep'in geçmişi de yaralıdır. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, iki evlilik yapmış ama birinde “kız değil” diye, diğerinde ise “kısır” olduğu için geri gönderilmiştir. Dayısı, Zeynep’i teslim ederken “çok uyur, top atsan uyanmaz” der. Gerçekten de Zeynep geceleri derin uykulara dalar. Bir gece, Zebercet onun odasına girer, usulca yaklaşır, kadının uyanmasını ister gibi davranır. Zeynep ise uyku sersemi “Geldin mi dayı?” der.

Zebercet genellikle otelden dışarı çıkmaz. Zorunlu ihtiyaçları için kasabaya iner, işlerini halledip hızla döner. Bir sabah aynaya bakarken dudağının üstündeki bıyığı fark eder. “Dün bıyığım var mıydı acaba?” diye düşünür. Bu fark ediş, kimliğinden ve kendinden yabancılaşmasının simgesidir. O gün berbere gidip tıraş olur, "Şu bıyığımı da kesiver" der. Ardından yeni giysiler alır, kasabada vakit geçirir.

Tam bu süreçte otele, Ankara treniyle gelen alımlı, esmer bir kadın gelir. Yanında bir emekli subay da vardır. Bu kadın sadece bir gece kalır. Ancak o gece, Zebercet’in içinde büyük bir boşluğu uyandırır. Kadın gittikten sonra Zebercet, onun kaldığı odayı bozmadan bırakır. Onun döneceği umuduyla bekler, bekler... Gelmeyeceğini anladığında ise odaya kendi yerleşir. Kadının temas ettiği nesneler, nefes aldığı hava Zebercet için saplantılı bir anlam taşır artık.


Bir gün dolaşırken tanıştığı genç bir adamla horoz dövüşü ve sinema filmi izler. Aslında Zebercet'in niyeti bu genç adamı otele götürüp onunla birlikte olmaktır ama hızlı bir şekilde adamdan ayrılarak bunu yapmaz. Bu bastırılmış eğilim, onun cinselliğinde yaşadığı yönsüzlük ve kırılmanın bir başka yansımasıdır. Otele döner ve içindeki bastırılmış duyguların yönünü değiştirerek Zeynep’in odasına gider.


Giderek artan bu saplantı, onu toplumsal normlardan uzaklaştırır. Otelin temizlik işlerine bakan Zeynep'in köyüne dönmek istemesi, Zebercet’in içinde müthiş bir öfke patlaması yaşamasına neden olur. Zaten geceleri bilinçsiz şekilde cinsel saldırılarda bulunduğu Zeynep’i aynı gece boğarak öldürür. Ardından otelin kedisi Karamık’ı da boğarak pencereden aşağıya atar.

Artık yalnızlığı daha derindir. Zebercet kendini bir katile, bir yabancıya, bir hayalete dönüştürmüştür. Kimseyi otele almaz. Günlerce kendini odalara kapatır. Doğduğu günden beri yaşadığı aşağılanma, kendini varetmek için uğraşları çabalaması… Her şey ama her şey altüst olur. Beklediği kadın hiç gelmeyecektir, beklediği yarın hiç yoktur, hatta beklediği bir şimdi bile kalmamıştır. Hatta denilebilir ki; Anayurt Oteli Zebercet'in kendisinden başkası değildir. .


Ve finalde Zebercet, çamaşır ipiyle kendini asarak yaşamına son verir.


Bölümü bitirirken Ömer Kavur imzalı birde film uyarlaması olduğunu söylerek bu bölümünde sonuna gelelim.


Başka bir bölümde görüşünceye dek, Sağlıcakla kalın 🤗

Comments


bottom of page