#Adalet mi, Önyargı mı? Melek ve Meursault’un Yargılanışı Ya da Toplumsalın Adalete Etkisi
- Öykü Yavuz
- 26 May
- 6 dakikada okunur

Albert Camus’nün Yabancı romanını okuyanlar bilir; kitabın kahramanı Meursault, zamanın ve mekânın içinde savrulan, hayatı dışarıdan bir seyirci gibi izleyen bir aylaktır. Bu vesileyle Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ındaki Bay C.’ye de bir selam göndermiş olalım.
Meursault, annesinin ölüm haberi üzerine cenaze işlemleri için yola koyulur. Görevini yerine getirir, annesini toprağa verir. Ancak bu süreçte sergilediği duygusuz ve kayıtsız tavır, çevresindekilerin dikkatini çeker.
Günler sonra, doğrudan kendisini bile ilgilendirmeyen bir kavgaya karışır ve olay büyür; Meursault bir adamı öldürür.
Tutuklanır. Fakat mahkemede yargılanan yalnızca cinayeti değil, aynı zamanda annesinin ölümüne karşı gösterdiği ilgisizliktir. Sanki asıl suç, öldürmek değil de yas tutmamaktır. Ve Meursault, bu toplumsal yargının kurbanı olarak idama mahkûm edilir.
Gelin isterseniz buradan başka bir kitaba geçiş yapalım. Pınar Kür'ün Asılacak Kadın romanına...
Asılacak Kadın, Türk edebiyatının cesur kalemlerinden Pınar Kür’ün 1979’da yayımladığı ve çok geçmeden edebiyatımızın klasiklerinden biri hâline gelen bir roman.
Kendisine anlatılan gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı bu roman, Kür'ün modernist anlatımı ve bilinç akışı tekniği ile birleşerek tam bir edebiyat şölenine dönüşmüş. Gerçi yazılır yazılmaz yazarına dava açılmış ama yinede zaman hem bu eseri hemde yazarını aklamış.
Asılacak Kadın bir konakta işlenen cinayetin perde arkasına odaklanan ve olaya dahil üç kişinin gözünden anlatılan bir bakış açısı romanı ...
Bu arada bölümün başında neden Yabancı romanından bahsettiğime geri döneceğim. Zira hem Yabancı'nın Mersault’u hemde Asılacak Kadınının Melek karakteri idama mahkum olmuş ama çarptırıldıkları cezaların asıl nedeninin işledikleri veya işlediklerini düşündükleri hangi suçun cezası olduğu oldukça absürt bir şekilde ifade edilmiştir.
Ama önce Asılacak Kadın kitabından ve hikayesinden biraz bahsetmem gerekir.
Hikayemiz biraz öncede dediğim gibi bir cinayetin üç farklı kişinin gözünden anlatımını içerir. Bu kişiler sırasıyla davanın yargıcı Faik İrfan Elverir, sanıklar Melek Ebruzade ve konağın hizmetlesinin oğlu Yalçın Özveren. İşlenen cinayette ölen kişi ise Melek Ebruzade’nin yaşca kendinden büyük kocası ve konağın annesi öldükten sonraki sahibi Hüsrev Ebruzade.
Kitap önce bana göre hikayedeki süperegoyu temsil ettiğini düşündüğüm ağır ceza hakimi Faik İrfan Elverir'in bakış açısından anlatılmaya başlıyor. Zira Faik Bey kocası Hüsrev beyi öldürdüğünü düşündüğü sanık Melek Hanımı suçlu bulan ve onu idamla yargılayan hakimdir.
Yalnız Faik İrfan Bey sadece davanın değil aynı zamanda toplumun kendince değer ve ahlakının da hakimi konumundadır. Çünkü bu davada görülen ve varsa suça verilecek cezalar çoktan Faik İrfan Beyin kafasında ölçülüp biçilelerek verilmiş, çoktan gerçekte bu suçu işlememiş olan Meleğin idam fermanı ve dahi kalemi kırılmıştır.
Faik İrfan çocukluğunda ve ilk gençlik yıllarında içine kapanık, zaafları olan ama toplumun -erkek dediğin güçlü olur- misali bu zaaflarını dışarıya yansıtmayan bir kisiliktir. Bu sebeple insanlara, özellikle karşı cinse bakışı soğuk, mesafeli ve katıdır. Zira gençliğinde yaşadığı bir takım flört denemeleri hep başarısızlıkla sonuçlanmış, bu da onu statü olarak yükseldikçe katı bir toplumcuya dönüştürmüştür. Normalde Faik İrfan ne kadar içe kapanık ve pasif bir kişiyse, ağır ceza hakimi olduktan sonra Faik İrfan Bey, o kadar öfkeli ve agresiftir. Adeta kendi başarısızlıklarının acısını öteki insanlardan çıkarmak için fırsat kollamakta, uygun ortam yaratıldığında ise bunu gerçekleştirmekten büyük keyif almaktadır. Nitekim Melek onun gözünde sadece bir katil değil, toplumun ve dahi kendinin ahlak yapısını bozan bir yosmadır. Adeta suçlu olup olmaması önemli değil gibidir. Onun düşük kadın olması idam edilmesi için yeterli bir sebeptir.
Şimdi bir garip aylak Yabancı Meursault karakteri ile idamı istenen Melek karakteri arasındaki ilinti biraz daha anlaşılmıştır diye düşünüyorum.
Gerçek suçun ne olduğu, karşılığı olan cezasının ne kadar olduğundan çok, bireyin toplumsal olana ne kadar dokunup dokunmadığı ön planda olduğunda işlenen cürümün cezası da, daha kati ve kesin olabiliyor. Ben buna ceza hukuku değilde önyargı hukuku demeyi tercih ediyorum.
Toplumun hassasiyeti elbette önemlidir. Zaten hukuki olan kıstasları da bu hassasiyetleri gözönünde bulundurarak yapmıyor muyuz ? Sayet öyle değilse; hukukun kişiselleştirilmisi kabile gruplarında ya da feodal bir toplulukta yaratılan “Ben böyle istiyorum ve öyle olacak” anlayışının aynısı olmaz mı?
Bu kişisel adalet anlayışı içerisine bireyin yaşadığı olumsuz duygular, travmalar, husumetler hatta değer verdiği, önemsediği birinin yaşadıklarından ötürü taraf olunan yanlı bir adalet anlayışı bile sokulmaz mı?
Konunun tam da burasında kanalda daha önce bireysel adalet ve hukuki adalet anlayışını irdelemeye çalıştığım “Adaletin bu mu dünya!” isimli bölümü dinleyebilirsiniz. Hazır yeri gelmişken ana sayfada bulunan linkten bana da bir kahve ısmarlayabilirsiniz.
Asılacak Kadın kitabının ikinci bakış açısı yani idam edilmek istenen sanık Melek Ebruzade'dir. Fakat bu kısma geçmeden Faik İrfan Elverir'in erkek egemen bakışından da bahsetmem gerekir. Zira asıl suçlu olan Yalçın Özveren hakkında neredeyse ceza vermemek için çaba sarfeder. Bu tip toplumlarda erkek bir şekilde kadının etkisi altında kaldığı için masum olduğuna inanılır. İşte yargıç Faik İrfan Bey'de içten içe hem kendi kişilik yapısından hemde toplumun bakış açısından hareketle Yalçın'ın bu davadan hiç ceza almadan kurtulması gerektiğine inanmaktadır. Fakat hukuki adaletin de işlemesi gerekir. Bu sebeple Melek için en ağır cezayı yani idam kararını verirken Yalçın için ise istemeye istemeye müebbet hapis cezası vermek zorunda kalır.
Gelelim peşin peşin idam cezası verilmiş olan Melek Ebruzade karakterine…
Melek, erken yaşlarda babasını kaybetmiş, annesinin sonradan evlendiği üvey babası ile yoksul ve sevgisiz bir ortamda büyümüştür. Melek ufak tefek, güzel ama saf bir yeniyetmedir. Ailesi Melek'i zengin olduğunu bildiği yaşca ondan çok daha büyük olan Hüsrev Ebruzade ile evlendirir.
Henüz çocuk yaşta evlendirilen Melek, ne evlilik nede hayat hakkında deneyimlidir. Zaten üvey babasının zorbalıkları, annesinin sürekli şikayet eder sevgisiz konuşmaları yüzünden sıkışıp kalmıştır. Önce Hüsrev beyle evliliği bir kaçış olarak görür. Fakat bunun “Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” olduğunu henüz bilmiyordur. Hüsrev Ebruzade, yaşlı, hasta ve bir o kadar da huysuz validesi ile birlikte eski bir konakta yaşamaktadır. Annesi ne kadar huysuz ve aksi ise Hüsrev Bey de bir o kadar aksidir. Ama Hüsrev beyin başka sadist ve sapkın huyları da vardır. Hüsrev, Melek’i cinsel bir nesne olarak görür ve ona fiziksel ve psikolojik işkenceler uygular. Hiçbir koruması, güvenebileceği hiç kimsesi olmayan Melek, tıpkı mahkemede isnat edilen suçları yüzüne karşı okunurken sessiz kaldığı gibi bu konakta da sesiz bir şekilde kendine yapılanı susarak savuşturmaya çalışır.
Dikkat ederseniz bu durum travmatik bir tepki olan donmaya örnektir. Kişinin içinde volkanlar patlarken dışarıya en ufak bir tepki verilmez. İlk başta bu suskunluk tıpkı dava hakimi Faik İrfan Bey gibi yanlış anlaşılabilir. Lâkin yaşanan ve ruhsal olarak tahrip edici gücü yüksek olan olaylarda şu üç tepki verilir; kaçma, savaşma veya Melek Ebruzade gibi donma davranışı. Konuya dair daha detaylı okuma yapmak isterseniz, Peter Levine'in “Kaplanı Uyandırmak” isimli kitabını önerebilirim.
İkinci bölüm dahilinde yani Melek'in yaşadıklarına ve ona yaşatılanlara dair fazla bir şey söylemek istemiyorum. Lâkin şu kadarını söyleyeyim, öyle yenilir yutulur şeyler değil Melek'in yaşadıkları…
Kitapta hem Faik İrfan Elverir'in hemde Melek Ebruzade'nin anlatımı bilinçakışı tekniği ile sunulmuş. Bu yüzden bu bölümleri okurken sanki biri karşınızda konuşuyor da siz onu dinliyormuş gibi okursanız çok daha etkili olacağını söyleyebilirim.
Gelelim üçüncü bakışa, diğer sanık Yalçın Özveren'e…
Yalçın konağın bahçıvanının oğludur. Önceleri konakta yaşamasının verdiği kibirle ve aşağılanma kompleksi arasında gider gelir. Sonrasında okuduğu okullar, kitaplar, etkilendiği siyasi ekollerle bu durumunu düzeltir. Melek yıllar önce yani çok daha küçük bir çocukken aslında bu konağa bir kez daha gelmiştir. Evdeki hasta huysuz anneyi hatırlıyorsunuz. İşte ona bakmak için...
O yıllarda Yalçın Melek'e pek dikkat etmez ama şimdi üzerindeki elbiseler (ki çoğu bu yaşlı ve hasta kadının eski kiyafetleridir) yüzünden kim olduğunu merak etmeye başlar. Sonrasında onun çocukken bahçede oynadığı Melek olduğunu öğrenir. Yalçın yavaş yavaş Melek’ten hoşlanmaya onu göz hapsinde tutmaya başlar. Nihayet başına gelenleri öğrendiğinde çılgına döner. Onu Hüsrev Beyin elinden kurtarmak için planlar yapar ve nihayetinde Hüsrev Beye ait beylik tabancası ile onu öldürür.
Bu roman, bir cinayetin gölgesinde üç farklı sesle konuşur; ama asıl mesele bir ölümün ötesindedir. Melek’in hikâyesi, yalnızca Hüsrev’in sapkın arzularıyla açıklanamaz. Onun trajedisi, erkek egemen bir dünyanın sessiz suç ortaklığıyla büyür. Ailesi tarafından görülmeyen, toplum tarafından etiketlenen, hukuk eliyle bir kez daha yok sayılan Melek; aslında hepimizin gözleri önünde, herkesin bilgisi dâhilinde usul usul öldürülür.
Pınar Kür burada yalnızca bir suçluyu değil, bir düzeni yargı masasına oturtur. Kurban, tek bir cani değil; onu susturan annesi, görmezden gelen komşusu, delil diye acılarını tartan hâkimi, onun acısını “uygunsuz” bulan toplumdur. Ve biz okurlar, bu yargılamanın seyircisi değil; bizzat bu sistemin tanıkları oluruz.
Roman, Melek’in sesiyle değil, onun susturuluş biçimleriyle konuşur. Ve işte tam da bu yüzden; bu hikâye bir cinayet romanı değil, suçsuz yere idam edilen bir kadının sessiz çığlığının yankısıdır.
Hatırlarsanız Yabancı romanında da Mersault’u yargılayan hakimde onun işlediği cinayetten ötürü değilde annesine karşı kayıtsız kalmasına takılmış ve hep bunu sorgulamıştı. İdam kararı verirken de bu kişisel düşüncesi üzerinden yapmıştı bunu…
Pınar Kür’ün Asılacak Kadın romanındaki Melek Ebruzade’nin idam kararı ile Albert Camus’nün Yabancı romanındaki Meursault’un idam kararı arasında, hem bireysel hem de toplumsal bağlamda benzerlikler bulunmak mümkündür. Her iki karakter de idama mahkûm edilir, ancak bu cezalar yalnızca işledikleri suçlardan değil, toplumun onlara yönelik önyargılarından ve bireyin toplumla çatışmasından kaynaklanır.
Melek, kocasını öldürmekten suçlu bulunarak idama mahkûm edilir, ancak gerçek katil Yalçın’dır. Yargıç Faik İrfan Elverir’in anlatımı, onun Melek’i suçlu ilan ederken kendi önyargılarına dayandığını gösterir. Melek’i yoksul, savunmasız ve “düşkün” bir kadın olarak görmesi, suçluluğunun da peşinen kabul edilmesi anlamına gelir.
Adalet sistemi, Melek’in bireysel hikâyesini ya da yaşadığı travmaları dikkate almaz; daha çok onun toplumsal konumuna ve cinsiyetine dayalı bir yargıya varır. Yargıç Faik İrfan'ın kadın düşmanı söylemi, Melek’in suçluluğunu ahlaki bir mesele olarak ele alır ve onu bir birey olarak değil, toplumun ahlak anlayışına tehdit olarak görür.
Meursault ise bir Arap’ı öldürdüğü için idama mahkûm edilir, ancak mahkeme süreci, cinayetin detaylarından çok Meursault’un toplumsal normlara uymayan davranışlarına odaklanır. Annesinin cenazesinde ağlamaması, sevgilisiyle gezip tozması ve genel olarak duyarsız tavırları, toplum tarafından “insanlık dışı” olarak algılanır. Mahkeme, Meursault’u işlediği suçtan çok, toplumun ahlaki beklentilerine uymadığı için cezalandırır. Onun bu kayıtsız hali, adalet sisteminin gözünde bir suç unsuru teşkil etmektedir.
Kısaca Melek'i iffetsiz bir kadın olduğunu düşündükleri için Meursault’u ise duygusuz bir yabancı olduğuna inandıkları için idam ederler.
Benim bölüme dair söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Dilerseniz sizlerde yorum yaparak konuya katkı sağlayabilirsiniz.
Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşünceye dek, sağlıcakla kalın 🤗
Commentaires