Yaşar Kemal ve Márquez’le Sessiz Kalan Toplumlara Ayna Tutmak
- Öykü Yavuz
- 26 Tem
- 4 dakikada okunur

İki farklı kitap…İki farklı coğrafya…Ama iki karakter…İkisi de bile isteye ölüme gönderilmiş.
Yaşar Kemal’in Yılanı Öldürseler romanında, öleceğini bile bile oğlunu terk etmeyen bir anne: Esme.Ve Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi romanında, hiçbir şeyden haberi olmadan bir cinayete kurban giden masum bir genç: Santiago Nasar.
Bu bölümde, törelerin, sessiz kalan toplumun ve görünmez ama yıkıcı inançların, insan hayatını nasıl geri dönülmez bir sona sürüklediğini konuşacağız.
Gelin isterseniz önce kitapların kısa özetleri ile başlayalım.
Usta yazar Yaşar Kemal’in 1976 yılında kaleme aldığı bu kısa ama sarsıcı roman, Adana’nın uzak bir köyü olan Anavarza’da geçer. Hikâye, çok küçük yaşta annesini öldüren Hasan isimli bir çocuğun çevresinde şekillenir. Anlatıcı, Hasan’la hapishanede tanışmış isimsiz bir kişidir; anlatım da onun gözlemleriyle ilerler.
Roman boyunca, Hasan’ın işlediği bu korkunç cinayetin ardındaki derin nedenleri adım adım öğreniriz. Görünüşte bir “katil çocuk” olarak sunulan Hasan, aslında örf, adet, namus, töre ve batıl inançlar tarafından kuşatılmış, adım adım cinayete sürüklenmiş bir kurbandır.
Hasan’ın annesi Esme, gerçekte Abbas adında bir adama âşıktır. Ancak Esme, Abbas’ın askerde olduğu bir dönemde Halil Efendi tarafından kaçırılır ve tecavüze uğrar. Bu olay Esme için derin bir travma yaratır. Yine de, doğan çocuğu Hasan’a duyduğu sevgi uğruna, kaderine boyun eğer; Halil’le birlikte yaşamak zorunda kalır ve Abbas’tan vazgeçmeye çalışır. Ancak Abbas bu durumu kabullenemez ve günün birinde Halil’i öldürür. Sonrasında dağlara kaçar, fakat jandarmayla girdiği çatışmada vurularak öldürülür.
Bütün bu olaylar yaşanırken Hasan henüz 9-10 yaşlarında küçücük bir çocuktur.
Halil’in annesi, yani Hasan’ın büyük ninesi, oğlunun ölümünü bir türlü hazmedemez. Suçlu olarak da gelini Esme’yi görür. Ona göre Esme hem oğlu Halil’in ölümüne sebep olmuş hem de köyün “namusunu” lekelemiştir. Töreye göre bu lekenin temizlenmesi gerekir. Büyük nine, oğlunun öcünü almak ister, ancak öteki oğulları bu cinayeti işlemek istemez. Bu durumda gözünü küçük torunu Hasan’a çevirir.
Roman boyunca büyük ninenin köyde ve evde ne kadar etkili olduğunu hissederiz. Hem yaşının hem de oğlunu kaybetmiş bir ana olmasının getirdiği “manevi otoriteyle” çevresine yön verir. Öte yandan, genç ve güzelliğiyle herkesin dilinde olan Esme’yi kıskandığı da açıktır. Kapalı toplumlarda kadının değeri, çoğu zaman gençliği ve doğurganlığı üzerinden tanımlanırken; sözünün dinlenmesi için bu özelliklerini yitirmesi gerekir.
Büyük nine, Hasan’ın gözünde annesini “yılan” gibi göstermek için elinden geleni yapar. Öyle ki, Hasan annesiyle baş başa kaldığında göz göze bile gelemez. Ancak buna rağmen aralarındaki bağ kopmamıştır; birbirlerini derinden sevmektedirler.
Bu arada köydeki erkeklerin çoğu, Esme’nin güzelliğine söz bulamazken; Halil’in ölümünden de doğrudan Esme’yi sorumlu tutar. Esme ise tehlikenin farkındadır. Onu öldürmeye çalışacaklarını bilir. Köyden bazı kişiler ona kaçmasını tavsiye eder. Ama o, “oğlumu bırakmam” diyerek yaşamına olduğu yerde devam eder.
Roman boyunca Esme’nin sesi çok azdır ama varlığı çok büyüktür. O, romanın sessiz gücüdür. Artık ölüm bile onu, oğlundan ayrılmak kadar korkutmamaktadır.
Büyük nine, Hasan’ı “büyüttüğünü” hissettirmek için ona yeni elbiseler, sedef kakmalı bir tüfek ve bir tay hediye eder. Bütün bu hediyelerin ardında tek bir amaç vardır: Küçük yaşta da olsa Hasan’ın kendini adam yerine koyup, annesi Esme’yi öldürmesini sağlamak.
Ve sonunda bu korkunç plan gerçekleşir. Hasan, tandır başında ekmek yapan annesini vurur.
---
🧨 Peki Bu hikâye bize ne anlatır?
Yılanı Öldürseler, bir cinayet hikâyesinden çok daha fazlasıdır. Bu roman:
Toplumun töre, namus ve gelenek adına nasıl bir çocuğu katil yapabileceğini,
Kadınların sessizce ölüme yürütüldüğü bir düzende anneliğin nasıl kurban seçildiğini,
Ve bir köyün —belki de bir ülkenin— önyargılarını ve suskunluğunu nasıl birer suç ortağı haline getirebildiğini gözler önüne serer.
Cinayet silahını Hasan tutmuştur. Ama tetiği gerçekten çeken o mudur?
…..
Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez, 1981 yılında yazdığı Kırmızı Pazartesi adlı kısa romanında, herkesin işleneceğini bildiği ancak kimsenin engel olmadığı Santiago Nasar’ın cinayetine odaklanır.
Santiago Nasar, herkesin cinayeti önceden bildiği bir kasabada, “namus” bahanesiyle öldürülen genç bir adamdır. Romanı okurken önce “Neden hiç kimse bu cinayete engel olmadı?” diye sorarız. Kitap bittiğinde ise, sessiz kalanların da suç ortağı olduğunu fark ederiz.
Kasabada kasaplık yapan Pedro ve Pablo Viçario kardeşler, kız kardeşleri Angela’nın namusu adına Santiago’yu öldürmek istediklerini herkese söylerler. Fakat hiç kimse bu cinayeti önlemeye çalışmaz. Çünkü bu bir “namus meselesi”dir. Oysa Santiago’nun bu olayla gerçekten ilgisi olup olmadığı bile meçhuldür. Fakat kapalı toplumlarda, doğruluğu kanıtlanmamış bir söylenti bile namus kavramının gölgesinde ölümcül bir hükme dönüşebilir.
Angela, düğün gecesi bakire olmadığı için kocası Bayardo tarafından evine gönderildiğinde, aile baskısıyla bu durumun sorumlusunun Santiago olduğunu söyler. Bunun üzerine Viçario kardeşler, en keskin bıçaklarını alıp Santiago’nun yolunu gözler. Bekleyiş sırasında herkese ne yapacaklarını anlatırlar. Fakat kasabadaki insanlar ya bu işi ciddiye almaz ya da “Nasıl olsa biri engel olur” diye düşünür.
Tam bu noktada, kanalımda yıllar önce paylaştığım “Kitty Genovese’i Kim Öldürdü?” adlı bölümü hatırlatmak isterim. Orada da gece işinden evine dönerken defalarca bıçaklanarak öldürülen Kitty’yi herkes görmüş, ama “Nasıl olsa birileri polise haber verir” diye düşünerek kimse müdahale etmemişti. Psikolojide bu duruma “Bystander Effect” yani (Seyirci Etkisi) adı verilir.
Kırmızı Pazartesi’ye dönecek olursak…
Neler olduğundan ve öldürüleceğinden habersiz olan Santiago, yolda Vicario kardeşler tarafından, herkesin gözleri önünde bıçaklanarak öldürülür.
Tıpkı Yılanı Öldürseler romanındaki Hasan gibi düşündüğümüzde, Santiago Nasar’ı öldüren bıçak gerçekten Pedro ve Pablo’nun elinde midir? Yoksa asıl bıçağı saplayan sessiz kalan kasaba mıdır?
Her iki romanda da kurbanlar, bile isteye yalnız bırakılmış, hatta ölümleri görmezden gelinerek yok sayılmıştır.
Yılanı Öldürseler romanında, hain ve katil olarak görülen “yılan”ın Hasan’ın annesi Esme olduğuna inananlar, kendi içlerindeki nefret ve önyargıların esiri olarak masum bir kadını yok ederler.
Kırmızı Pazarteside ise doğruluğu bile şüpheli bir olay yüzünden, gözlerini başka yöne çevirenler Santiago’nun ölümüne ortak olur.
Bölümü bitirirken son bir söz söylemek gerekirse:
“Sessiz kalmak da bir suça ortak olmak anlamına gelebilir.”
Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşünceye kadar, sağlıcakla kalın.
Yorumlar