top of page

#Satürn’ün Çocukları: Danton ve Rubashov'un Ölümü

  • Yazarın fotoğrafı: Öykü Yavuz
    Öykü Yavuz
  • 12 May
  • 4 dakikada okunur

Bölüm başlığına bakarak bu bölümün mitolojik bir hadiseyi konu aldığını düşünmenizi istemem. Çünkü bu kez Satürn biri 18.yy’lın sonunda, diğeri 20.yy’lın ortalarında yaşamış, yine biri Fransız, diğeri Rus olan iki çocuğunu yemek üzere…


1789 yılında... Fransa, monarşiyi sona erdirerek devrimler çağının kapısını aralar. Cumhuriyet yanlısı Jakobenler, mutlak bir ideali gerçekleştirmek uğruna, özgür bir Fransa için gereken her şeyi yapmaya hazırdır. İşte bu oyun 93-94 yıllarında devrimin Terör Dönemi diye adlandırılan kısmını anlatan gerçekçi bir tragedyadır.


Fransız Devrimi Jakobenler, Jirondenler, Sans-Culottes gibi çeşitli gurupların bir araya gelmesi ile büyük ve kitlesel bir halk ayaklanmasına yardımcı olur. Fakat Robespierre ve Danton gibi isimlerle başı çeken Jakobenler çok kısa bir sürede diğerlerini ya yanına çeker ya da acımasızca idama mahkûm ederek onları yön etmeyi seçer.


Robespierre ve taraftarları kendilerini haklı gördükleri bu uğurda, aynı fikirde olmadıkları insanları doğru dürüst yargılamadan giyotine göndermekten çekinmezler. Hareketin başında, devrimin en keskin isimlerinden biri olan Maximilien Robespierre vardır. Onun yakın arkadaşı Georges Danton ise devrim mahkemelerini kuran kişidir. Ancak Danton, bir gün bu mahkemelerin kendi sonunu hazırlayacağının henüz farkında değildir.


Fransız Devrimi, kanlı sahnelere ev sahipliği yapar. Kral yanlıları başta olmak üzere, devrime karşı çıkan herkes birer birer yok edilir. Robespierre’in bakış açısı nettir: Devrime karşı olan kim varsa, ortadan kaldırılmalıdır. Devrimin sürekliliği için bu, kaçınılmazdır.

Ancak zamanla Danton, Jakobenlerin giderek sertleşen tutumunu sorgulamaya başlar. Daha yumuşak ve insani bir yaklaşımı savunur. Onunla aynı görüşleri paylaşan bazı arkadaşlarıyla birlikte Robespierre’e karşı bir iç muhalefet oluşturur. Bu durum, Robespierre’i rahatsız eder. İktidarını tehdit altında gören Robespierre, düzmece deliller, yalan tanıklar ve yönlendirilmiş yargıçlarla Danton ve arkadaşlarını suçlu ilan ettirir.

Danton, iyi bir hatiptir. Mahkemede kendini ustalıkla savunur. Ancak ülke genelinde Jakobenlerin mutlak etkisi altında olan propaganda aygıtları tam kapasiteyle çalışmaktadır. Başta halk Danton’un tarafını tutarken, yoğun propagandalar ve manipülatif haberlerle zamanla ona düşman edilir.

Sonuç kaçınılmazdır: Danton ve onunla birlikte yargılanan arkadaşları giyotine gönderilir. Ne ki, kısa bir süre sonra Robespierre de aynı kaderi paylaşacaktır. Ancak bu dramatik hikâyede final, Danton’un ve arkadaşı Camille’in idamı, Danton’un eşi Julie’nin intiharı ve dava arkadaşı Camille’in karısı Lucile’in aklını yitirmesiyle son bulur.


Oyunun içinde de geçen şu cümle hikâyesinin de ana fikrinin ne olduğunu açıklar niteliktedir;


“*Devrim Satürn gibi kendi çocuklarını yer.”*


Danton’un Ölümü, Alman oyun yazar Georg Büchner tarafından 1835’te yazılmış. Fransız Devrimi’nin en kaotik zamanlarını konu alan bu tarihsel dramı yazan Büchner henüz 23 yaşında hayata veda etmiş. Oyunu okurken Shakespeare’in tragedyalarının tadını alabilirsiniz. Zira Büchner bu oyunu yazarken özelikle tiyatro oyunlarının ustası Shakespeare'den ciddi anlamda esinlenmiş gibi gözükmekte… Ama iyi anlamda..


Shakespeare'in eserlerini çokça okuyan birinin ondan esinlenmeme ihtimali de yok denecek kadar azdır bu arada…


Ana fikrin yani devrimin kendi çocuklarını yediği cümlesini temel alan başka bir kitaptan daha söz etmek isterim. Macar yazar Arthur Koestler'in “Gün Ortasında Karanlık” kitabından… 1941 yılında yazılan bu politik ve psikolojik eser. Stalin dönemi gerçekleşen “*Büyük Temizlik”* dönemini **anlatır*.*


Özelikle tıpkı Dostoyevski gibi yazarın da bir dönem hapis hayatı yaşadığını ve kitapta betimlenen hücrelerin aşırı gerçekçi anlatıldığını söylemem gerekir. Öyleki, bir yandan kitabın kahramanı Nikolay Rubashov başından geçenleri anlatıyor, Koestler bu hikayeyi kaleme alıyor ve sizde yanlarında hem dinleyip hemde okuyormuş gibi oluyorsunuz tarihsel bir arka plana sahip bu eseri…


Kitabın konusu kısaca şöyle; Roman, Rus devriminin öncülerinden Nikolay Rubashov’un tutuklanmasıyla başlar. Bir gün sabaha karşı evinden alınıp hiç sorgusuz sualsiz tek kişilik bir hücreye atılır. O da biraz önce anlattığım Fransız Danton gibi devrime ve eski yoldaşlarına karşı geliştirdiği muhalif tavır yüzünden sistemin hedefi haline gelmiştir.


“Bir Numara” (yani kitaptaki Stalin’in temsili) kişi tarafından gönderilen emirle, ismi açıkça verilmeyen totaliter bir rejimde hapse atılır. Rubashov’un üç haftalık hücre süreci, romanın ana çatısını oluşturur. Bu kısa zaman diliminde bir dizi fiziksel ve zihinsel sorgulamadan geçirilirken bir yandan da geçmişiyle, inançlarıyla ve uğrunda pek çok şeyi feda ettiği devrimle yüzleşir.


Bira önce ne demiştik: “Devrim Satürn gibi kendi çocuklarını yer” Rubashov’un sonu da aynı Danton gibi idam edilmesiyle son bulur.


"Satürn’ün Çocukları: Danton ve Rubashov'un Ölümü" bizlere tarihsel ve edebi bir bağlamda iki farklı karakterin ölümü üzerinden derin bir analiz yapma fırsatı sunar. Georges Danton, Fransız Devrimi'nin önde gelen figürlerinden biri olup, devrim sürecinde önemli roller üstlenmiş ve sonunda devrim tarafından yutulmuştur. Danton’un ölümü, devrimin kendi çocuklarını yok etmesinin sembolü haline gelmiştir. Aynı şekilde, Arthur Koestler'in "Gün Ortasında Karanlık" adlı romanındaki kurgusal karakter Rubashov da, totaliter rejimlerin içindeki ihanet ve paranoyanın kurbanı olarak tasvir edilir. Her iki karakterin ölümü, iktidarın ve ideolojinin acımasız doğasını, birey üzerinde bıraktığı yıkıcı etkileri ele alır. Bu iki hikaye, tarihsel ve kurgusal bağlamlarıyla birlikte, devrimler ve rejimlerin kendi yaratıcılarını nasıl tüketebileceğine ve dahi devamında neler olabileceğine dair üzerine çokça düşünmemizi sağlayan farklı bakış açıları kazandırır.


Misal bu iki kitap ve sonunda yaşanan trajediler bizlere şöyle şeyler düşündürebilir;


Korku yaratma eylemi, mutlak iktidarın ve ona bağlı kitleleri elde tutmanın en temel harcıdır. Dünyada bu duyguyu kullanmayan #totaliter bir yapıya rastlamak pek mümkün değildir. Kalıcı olmayı hedefleyen ve her sözünün emir olarak kabul edilmesini isteyen yapılar (bu bir devlet, bir imparatorluk ya da belli sabit fikirlere sahip zümreler olabilir ) neredeyse hepsi #koşulsuz itaati arzular. Bu, korkuyu yani mutlak itaati sağlamak için her yol mubahtır anlayışı ile beraber çalışır. Ortaya çıkan #pandemiler, varlığı bile şüpheli #nükleer maddeler, doğal afetler, doğa dışı #alametler, tahrif edilmiş #diniritüeller, ortalıkta dolaşan ve deli saçması fikirleri gerçek gibi sunan şarlatanlar… Kısacası, bu uğurda her şey, ama her şey insanların zihninde yaratılmak istenen korkuya hizmet edebilir. Ve maalesef “Hadi oradan! Ben korkmuyorum! “ diyen kişileri yok etmek için fırsat kollayabilir.

#Korku, insan için önemli bir histir; çünkü tehlikelere karşı kişiye önlem alma fırsatı verir. Ancak sürekli ve gerçekle ilgisi olmayan tehditleri sanki hemen olacakmış gibi sunmak ve bunu hep aynı frekansta tekrar etmek, toplum üzerinde kalıcı bir tedirginlik hali yaratır. Bu durum, “#panik çoğunluğun” oluşmasına ve dikkatlerin belirli güç odaklarına yönelmesine yol açar. Takdir edersiniz ki; kitlesel bir inanış, sabit noktalara tutunma eğilimini artırıp güçlendirir. Böylece gözlerin çevrildiği yerde oturan kişi, nihayetinde istediğini elde etmiş olur. 😉


İşte böyle…


Şayet *Danton'un Ölümü ve Gün Ortasında Karanlık* kitaplarını okumadıysanız bu iki eseride kesinlikle okumanızı öneririm. Zira doğru zamanda doğru kitapları okumak gün ortasında Danton ve Rubashov gibi karanlıkta kalmanızı önleyecektir.


Başka bir Akıl fikir gezegeni bölümünde görüşünceye dek, Sağlıcakla kalın. 🤗

Kommentare


bottom of page