top of page

#Neden “Tutunamayanlar”ı Yarım Bırakıyoruz?


Oğuz Atay’ın enfes romanı Tutunamayanlar, okuyucular tarafından en çok yarım bırakılan kitapların başında geliyor. Ancak ben, bu değerli eseri okuyup bitiren biri olarak kendime teşekkürü borç bilirim. Peki, bu kitabın neden yarım bırakıldığına dair kendi düşüncelerime gelecek olursam;

Tutunamayanlar, 70’li yılların aydın insanının—batıya dönük bilgi birikimi ile mevcut toplumsal gerçeklik arasında sıkışıp kalan—arada kalmışlık hikayesidir. Hikayenin iki temel karakterinden biri olan Selim Işık, “normal” kavramını defalarca sorgulayan, fakat hiçbir zaman tatmin edici bir cevap alamayan bir karakterdir. Bülent Ortaçgil’in de yıllar önce sorduğu gibi: “Nedir bu normal?” Selim, normalleri kendi içinde hapsedip yeni bir gerçeklik inşa etmeye çalışan, nihilizme varan bir sorgulayıcıdır. Toplumsal normlar—iş, ev, aile, evlilik, çocuk gibi olmazsa olmaz kabul edilen kavramlar—Selim için sadece sorgulanacak unsurlar değil, aynı zamanda karşı çıkılması gereken baskı unsurlarıdır. O, her şeyin nedenini bile sorguladığı için giderek yalnızlaşır, kendine yabancılaşır ve kimliksizleşir. Bir noktadan sonra varoluş onun için bir felsefe olmaktan çıkar, adeta bir takıntıya dönüşür. Kendi şarkılarını bestelemesi, kendi ansiklopedisini yazmaya kalkışması bile dış dünyayı reddedişinin bir sonucudur.

Bu zihni biraz düşünelim: Yıllarca karşı durduğunuz, tüm yaşantınızı reddedişe adadığınız normlarla bir anda aynı hücreye kapatıldığınızı hayal edin. Bu, Dostoyevski’nin Ölüler Evinden Anılar kitabında entelektüel bir mahkumun hırsızlarla, katillerle, psikopatlarla aynı koğuşa konulmasına benzer bir durum. Selim’in kaçış yolları vardı belki ama başaramadı… Sonunda intiharı seçmesi, onun zayıf kişiliğinden değil, mücadele azmini kaybetmesinden kaynaklanıyordu. Kendini anlatamamak, anlaşılamamak ve zihninde sıkışıp kalmak, fiziksel bir hücrede olmaktan bile daha büyük bir azap değil midir?

Peki ya Selim’in tam tersi bir yol izleyen Turgut Özben? O, toplumun normallerini kabul edip o düsturda yaşamayı seçen bir karakterdir. Dalgacı doğası, hiçbir şeyi ciddiye almayan yapısı, bilgiden çok duyumlarla hareket etmesi, kurulu düzenin içinde kaybolmaması için bir tür savunma mekanizmasıdır. Ancak Selim’in intiharı her şeyi değiştirir. Turgut için bu olay, Selim’in ölümü olmanın ötesinde, bir tür yeniden doğuş anlamına gelir. Fakat bu doğum erken mi, geç mi, iyi mi, kötü mü, tartışmaya açık bir konudur. Turgut, Selim’in eşyalarını karıştırdıkça, mektuplarını, şiirlerini okudukça, şarkılarını hissettikçe dönüşmeye başlar. Başlangıçta Selim gibi düşünmez, çünkü daha günübirlik yaşayan bir insandır. Ancak varoluş felsefesi bir takıntıya dönüşmeye başladığında, kendi zihnindeki hücrenin duvarlarını örmeye başlar.

Peki, bu kitap neden en çok yarım bırakılan kitaplardan biri? Tutunamayanlar, bireysel ve entelektüel tamlık uğruna kendini toplumsal olarak eksik bırakan insanların hikayesidir. Sonunda kendine yabancılaşan, kimliksizleşen karakterlerle dolu, kaotik bir anlatıdır. Kitabı bitirdiğimde—peşi sıra Tehlikeli Oyunlar ve Korkuyu Beklerken’i de okumuş biri olarak—uzun bir süre kendime gelememiştim. Oğuz Atay’ın dili, bilinç akışı tekniği, karakterleri kanlı canlı betimleyişi, onların kurgusal değil de yaşayan insanlar gibi hissettirilmesi o kadar gerçekçidir ki, kendinizi bir anda bu melodramatik, ironik ve sorgulayıcı girdabın içinde bulursunuz.

Bence okuyucular, bu girdaba kapılmaktan korktukları için Tutunamayanlar’ı yarım bırakıyorlar. Oğuz Atay’ın kendi tamlık arayışı, kitaplarına da sirayet etmiş durumda. Belki de bu yüzden okuyucu, tıpkı Korkuyu Beklerken’de olduğu gibi, daha baştan ürküyor ve kitabı terk ediyor. Sonunda, Oğuz Atay’ın okuyucusuna seslenmek zorunda kaldığı o unutulmaz cümle yankılanıyor:

“Ben buradayım sevgili okuyucu. Sen neredesin?”

Comments


bottom of page