top of page

#Neden beni rahat bırakmıyorsun!

Güncelleme tarihi: 24 Ara 2024


Bölüm konuğu: Patrick Süskind

Neden beni rahat bırakmıyorsun! cümlesini bu bölümün başlığı olarak secmemin bir şehri var. Zira bu cümle kalıbının bir soru tümcesi olduğunu biliyorum. Lâkin cümle karşılık olarak bir cevap beklemeden söylendiğinde dikkat çekme anlamına evrilir. Yani anlayacağınız “Beni rahat bırakın! “ demenin kibarcası…


Akıl Fikir Gezegeninin bu bölüm konuğu Alman yazar Patrick Süskind…


Kitapseverler onu daha çok “Koku” isimli kitabıyla tanıyor. Ki haklı bir ün olduğunu söylemem gerekir. Hatırlarsanız, kitapta inanılmaz koku alma duyusu olan Jean Baptist Grenouille adında kimsesiz bir çocuk vardı. Bu çocuk günün birinde kokulara karşı aşırı duyarlı olmasına karşın kendi kokusunun olmadığını farketmiş ve kitabın ikincil ismi olan “Bir Katilin Hikayesi” başlamıştı. Sevgi, ilgi, aidiyet, kabul görme gibi duygulardan yoksun büyüyen kahramanımız nihayetinde kendindeki bu özel yeteneği kendine has bir koku yaratmak için kullanmış ve bu amaç uğruna pek çok insanı öldürmüştü.


Okuyanların bileceği gibi; “Koku” Bir Katilin Hikayesi romanı kışkırtıcı ve tam bir karanlık okuma deneyimi verir. Ama benim bahsetmek istediğim kitaplar bunun dışında…


İlki “Güvercin” İkincisi ise “Bay Sommer’in ya da kitap ismiyle Herr Sommer'in Öyküsü “ isimli iki uzun öyküsü…


Gelin isterseniz önce en son okuduğum “Bay Sommer'in Öyküsü ” ile başlayalım.


Hikayemiz küçük bir kasabada yaşayan yine kendisi de küçük olan bir çocuğun büyüme hikayesi olarak tanımlanabilir. Lâkin şunu da aklınızda bulundurmanızı isterim. Her ne kadar kurgu bir çocuk hikayesi şeklinde kurulsa da alt metinde çok daha gizli mesajları olan bir öykü Bay Sommer'in Öyküsü…


İsmini bilmediğimiz bu çocuk anlatıcı gözüyle hem kasabayı, içinde yaşayan insanları tanır, doğal ve teknolojik gelişimini gözlemler ve kahramanımızın büyümesine şahit oluruz.


Anlatıcımız hemen hemen her çocukta gelişen hayal dünyasına sahiptir. O da isterse pek çok şeyi yapabileceğine hatta uçabileceğine inanan normal bir çocukluk hali içindedir. Anne babası, abla ve abisi ile birlikte yaşayan kahramanımız, henüz ilk okulun başlarında olsa da okula gitmeyi sever. Zira okulda kendi yaşıtı olan Carolina’ya aşıktır. Anlatıcımızın babası at yarışlarına meraklı ama klasik bir adamdır, annesi ise ev işlerinde hamarat bir kadındır. Kitapta abla hakkında fazla detay verilmez ama abi daha çok onunla alay eden kimi zamanda şiddete varmayan zorbalıklar yapan bir kişidir.


Bay Sommer ise aynı kasabada tek yaşayan fakat insanlarla hiç iletişime geçmeyen mizantropist bir kişiliktir. Bay Sommer hergün eline aldığı bastonla (ki o baston için onu görenler üçüncü bacağı olduğunu söylerler) dağ bayır demeden hep yürür. Gideceği yere ulaşım araçları olduğu halde o yürüyerek gitmeyi tercih eder. Sırtında taşıdığı çantada her zaman bir şu matarası ve bir dilim yağlı ekmek bulunur. Hiç kimse Bay Sommer'in ne zaman eve geldiğini ne zaman evden çıktığını bilmez. Zaman içinde olduğunu düşündüğümüz bir eşi vardır ama o da sadece kısa bir betimle hikayeye ortak olmuştur. Evinde oyuncak bebek yapıp onları posta ile satan bir kadın…


Günün birinde arabalarıyla yine babalarının merakı olan bir at yarışından dönerken şiddetli bir yağmura yakalanırlar. Geçmekte oldukları patika yolda Bay Sommer ile karşılaşırlar Bay Sommer yine elinde baston yağmur çamur demeden yürümeye çalışmaktadır. Babası yanında durarak ona; “Bay Sommer sizi gideceğiniz yere kadar bırakalım “ der. Ama Bay Sommer: “Neden beni rahat bırakmıyorsunuz! “ diyerek karşılık verir. Bu olay çocuk anlatıcımızın Bay Sommer ile yakından ilk iletişim kurma girişimidir.


Daha sonra hikayemizin anlatıcısı olan çocuk, aldığı piano dersinde yaşadığı tatsız bir olay yüzünden, (tabi sadece bu olay değil) yaşadığı hayal kırıklıklarını, bir türlü elde edemediği öz saygıyı ve ona ağır gelen bazı olayları yaşadıktan sonra intihar etmeye kalkışır. Ormanda gördüğü en yüksek ağaca çıkarak oradan atlayacak ve hayatına son verecektir. Bunu yapmadan önce gözünde kendi cenaze törenini ve törende pişmanlık yaşayan kişileri canlandırmayı da ihmal etmez. O sırada, yerden gelen çıtır çıtır bir ses hayalini bozar. Büyük bir tedirginlikle ve telaşla Bay Sommer etrafını kolaçan etmekte ve kimsenin olmadığına karar verip çimlerin üzerine uzanmaktadır. Sırtını yere koyduğunda rahatlama ve inilti arası bir “ohhh!” sesi gelir. Fakat apar topar tekrar kalkar çantasında her zaman taşıdığı yağlı ekmeğini yiyip çarçabuk oradan uzaklaşır. Ne olduğunu anlamaya çalışan kahramanımız aniden bu intihar fikrinin ne kadar saçma olduğuna karar verip ağaçtan inerek evinin yolunu tutar.


Zamanla çocuk büyür. Hatta artık onun üç vites bir yarış bisikleti olmuş, yarım bir sigara içmiş, sinemada film seyretmiş, pianoda pek çok zor eseri çalmayı öğrenmiştir. 16 yaşına girmek üzere olan anlatıcımız gibi kasaba da gelişmekte bir sürü yenilik yaşanmaktadır. Ancak Bay Sommer hâlâ eskisi gibi elinde bir baston yürümeye devam etmektedir. Hali hazırda artık insanlar önlerinden geçse bile ona dikkat etmemektedir. Yine bir gün genç bir delikanlı olan anlatıcımız geç saatte bir yerden dönerken bisikletinin zinciri atar. Onu yaparken epey oyalanır. O sırada çalılıkların arasından gölde yürüyen Bay Sommer ‘i farkeder. Ne yazık ki Bay Sommer adım adım suyun altında kalır. Buna şahit olan anlatıcımız hiç kimseye bir şey söylemez. Zira bu olayı şok olmuş bir şekilde ve büyük bir şaşkınlıkla izler.


Hiç kimse Bay Sommer ‘e ne olduğunu bilmez. Zaten yokluğu da evinin kirasını ödemediği vakit farkedilir. Daha sonra unutulup gider.


Çocuğun kulağında ise Bay Sommer ‘in son sözleri yankılanıp durur: “ Artık beni rahat bırakın! “


Gelelim ikinci novellası olan “Güvercin” kitabına..


Jonathan Noel ellili yaşlarında, yıllardır kendisini huzurlu ve güvenli hissettiren bir düzen içinde, tahmin edilebilir ve yalnız bir hayat sürdürmektedir. Fakat bir Ağustos sabah bu düzen aniden sarsılır. Jonathan Noel, her zaman olduğu gibi güne başlamak için uyanır ve Paris’teki küçük dairesinin kapısını açar...


O da ne! işte tam orada onu görür: Bu bir Güvercindir. Kapısının hemen önünde, sanki oraya özellikle onu beklemek için gelmiş gibi davranan ve kendi kendine kuğurdayan bir güvercin…


Hikaye bundan sonra tıpkı Bay Sommer gibi insanlarla pek iletişim kurmayı sevmeyen Jonathan Noel için kabusa döner.


Patrick Süskind’in Koku kitabını 90’ların sonunda okuduğumda derin bir hayranlık duymuştum. Jean-Baptiste Grenouille, aykırılığıyla büyüleyen, sınırları zorlayan bir karakterdi. Ancak Güvercin kitabında karşımıza çıkan Jonathan Noel, Grenouille’nin aksine dışarıdan sıradan biri gibi görünse de, iç dünyasında fırtınalar kopan bir karakter.


Travmalarını bastırmış, korkularını içine hapsetmiş, insanlarla bağ kurmayı başaramayan ama bunu nesneler üzerinden telafi etmeye çalışan bir adam. Obsesif, kaygılarla dolu ve mükemmel olamama korkusuyla kuşatılmış bir hayat sürüyor.

Peki, insan kendisinden nefret ettiği bir şeye dönüşebilir mi? Jonathan Noel’in hikâyesi, bu soruyu adeta yeniden düşünmemizi sağlıyor. Bastırdığımız kompleksler, bir gün olmak isteyip de olamadığımız kişilerin ya da yapmak isteyip de yapamadığımız şeylerin bir yansıması olabilir mi? Ya da tam tersi, onlara dönüşme korkusuyla nefret objelerine dönüştürdüğümüz şeyler?


Kimbilir belki de bir dilenci olmaktan korktuğumuz için sadakalar dağıtıyoruzdur veya sosyal statü kaygısıyla bizden daha alt kademede çalışan birilerini gördüğümüzde yine aynı kişilere tepeden bakmayı tercih ediyoruzdur.


Jonathan Noel’in dünyası, bizlere bu çelişkileri ciddi bir şekilde sorgulatan adeta bir ayna vazifesi görüyor. Kendini koruma içgüdüsüyle ördüğü tüm duvarlar, aslında o duvarların ardında saklanan gerçek benliğini ortaya çıkarıyor.


Günün sonunda, Jonathan nihayet bir tür farkındalığa ulaşır: Güvercin, onun düzen takıntısını ve korkularını tetiklese de, aynı zamanda kendisini yıllardır hapsettiği dar sınırları fark etmesini sağlamıştır. Olay, onu ne kadar rahatsız etmiş olsa da, Jonathan, güvercini geride bırakıp hayatına devam etmeyi seçer.


Ve geldik bir sona daha…


O halde kitapta tek düze, monoton yaşantısı ile Jonathan Noel'i en iyi anlatan alıntılardan biri ile bu bölümü bitirelim.


“Bir zamanlar emekli olduğunda bu üç mermer basamakta yetmiş beş bin saat ayakta durmuş olacağını hesaplamıştı. O zaman kesinlikle tüm Paris'te belki de tüm Fransa'da tek bir yerde en uzun süre ayakta duran kişi o olacaktı.“


Bazı insanların hayatı öngörülemez şekilde oluşan minicik bir olayla geri döndürülemez ölçüde değişebilir. İşte Jonathan Noel onlardan sadece bir tanesi idi.


Başka bir Akıl Fikir Gezegeni bölümünde görüşmek üzere🤗 Sağlıcakla kalın 😉

Comments


bottom of page