
Ağaç yabancıydı, günbatımı yabancıydı, su yabancıydı, tadı ve kokusu farklıydı; sanki ölenlerle birlikte biz de yeryüzünü terk etmiş ve başka bir dünyaya geçmiştik.
***Kural 1. Savaşta asla evden bahsetme!***
Ev mi? Hangi ev, ev mi vardı bir yerde? Kimse sözümü kesmesin, yoksa ateş etmeye başlarım. Evde her gün banyo yapardım. Anlıyor musunuz, su dolu bir küvet. Hem de ağzına kadar. Ama şimdi bazı günler yüzümü yıkayamıyorum bile, kafam kabuk bağlamış, uyuz gibi bir şey olmuşum ve tüm vücudum kaşınıyor, bir şey bedenimde geziniyor da geziniyor… Ben pislikten çıldırıyorum, siz ev diyorsunuz! Sığır gibiyim, kendimden iğreniyorum, kendimi tanıyamıyorum ve ölüm o kadar da korkunç gelmiyor artık. Şarapnellerinizle beynimi parçalıyorsunuz, beynimi! Nereye ateş etseniz, mermilerin hepsi beynimi buluyor. Ev diyorsunuz bide, Ne evi? Sokak, pencereler, insanlar, oysa ben artık sokağa bile çıkamam utancımdan. Semaver getirmişsiniz, bense bakmaya utanıyorum semavere.
***Kural 2. Savaşta uyursan ölürsün!***
Hay şu şeytanın işine! Bize şimdi çok ihtiyaçları var. İyice dalmadan uyandırın onu. Bir kere daldı mı işimiz bitik, kendimden biliyorum.
***Kural 3. Savaşta ölmekten değil delirmekten kork!***
Çok yaralı vardı. Gerçi deliler yaralılardan çok daha fazlaydı…
***Kural 4. Savaşta cesetleri saymaya kalkma!***
Gittikçe daha sık rastlamaya başladık cesetlere. Bunları üstünkörü inceleyip demiryolunun kenarına atıyorduk. Yattıkları yerde toprak tarafından emilen kan nedeniyle koyu renkte yağlı lekeler bırakan sakin, kayıtsız ve solgun cesetler. Başlangıçta sayıyorduk, ama sonra karıştırmaya başladık ve saymayı bıraktık. Çok fazlaydılar, hava niyetine içine soğuğu çeken ve varlığının her parçasıyla inleyen bu uğursuz gece için çok fazlaydılar.
***Kural 5. Savaşta serap görmemeye dikkat et!***
Nihayet işte bunlar bizimkiler. Anlaşılan onlar da bizi tanıdı: Hiç telaş etmeden bize doğru hareketlendiler, bu telaşsız hareketliliğin içinde, tıpkı bizdeki gibi, beklenmedik bir karşılaşmadan doğan mutlu bir gülümseme hissediliyordu. Ateş etmeye başladıklarında bir süre bunun ne anlama geldiğini kavrayamadık, şarapneller ve kurşunlar dolu gibi üstümüze yağıp yüzlerce insanı anında yere sererken hâlâ gülümsemekteydik. Birileri bunun bir hata olduğunu söyledi bağırarak ve – çok iyi hatırlıyorum – hepimiz karşıdakilerin düşman olduğunu; bizim değil, düşmanın üniformasını giydiğini gördük ve derhal ateşle yanıt verdik. Bu tuhaf çarpışmanın başlangıcından on beş dakika kadar sonra iki ayağım birden koptu, kendime geldiğimde amputasyon sonrası revirde yatıyordum.
***Kural 6. Savaşta eve dönmenin tek yolu vardır!***
…bacaklarını yitirmiş bir asker olarak beni bir neşe sardı: Artık bunun üzerine beni eve gönderirlerdi, her şeye rağmen hayattaydım, daha uzun süre, hatta sonsuza kadar yaşayacaktım.
***Kural 7. Savaşta alınan yaraları basite indirgeme!***
Yaralılar. Ayaksız, kolsuz, karnı yarılmış, göğsü delik deşik, gözü çıkmış yaralılar. Bunu anlıyorsun değil mi?
***Kural 8. Savaşta kural yoktur!***
Tanrım, ayaklarım yok. Öyle severdim ki bisiklete binmeyi, yürümeyi ve koşmayı, ama şimdi ayaklarım yok. Sağ ayağımla oğlumu sallardım, o da gülerdi, ama şimdi... Kahrolun hepiniz! Ne diye gideceğim eve artık? Sadece otuz yaşındayım… Kahrolun hepiniz! Ve hüngür hüngür ağladım, ağladım sevgili ayaklarımı, hızlı ve kuvvetli ayaklarımı hatırlayarak. Kim aldı onları benden, kim cüret etti buna!
***Kural 9. Savaşta geride kalanlarda delirir!***
Kardeşim, sen savaşa gittiğinde bazı geceler uyuyamıyordum ve aklıma tuhaf düşünceler geliyordu, bir balta kapıp herkesi öldürmek gibi: annemi, kız kardeşimizi, hizmetçiyi, köpeğimizi. Elbette sadece düşünceydi bunlar ve asla böyle bir şey yapmam. Bıçaklardan da korkuyorum, keskin ve parlak olan her şeyden: Elime bıçak aldığım takdirde muhakkak birini doğrarım gibi geliyor. Bıçak keskinse neden doğramayasın, değil mi?
Kalabalıklardan da korkuyorum, bir araya toplanmış çok sayıda insandan. Akşam olup da sokakta gürültü patırtı işitince irkiliyorum ve başladı işte diye düşünüyorum… kıyım yani. Birkaç kişi karşı karşıya dikildiğinde ne konuştuklarını duymuyorum, şimdi bağırmaya başlayıp birbirlerinin üzerine atılacaklar ve cinayet çıkacak gibi geliyor. Ve biliyor musun, -esrarengiz bir havayla kulağıma eğildi,- gazeteler cinayet haberleriyle dolu, tuhaf cinayetler. Bir sürü insanın ve bir sürü aklın var olduğu iddiası saçmalık, insanlığın tek bir aklı var ve o da bulanmaya başlıyor.
***Kural 10. Savaştan dönsen bile uzuvların böyle düşünmez!***
Şimdi çalışma vakti, -dedim işe yakışır bir ciddiyet ve saygıyla. Ve başlık atmak için diviti elime almıştım ki elim iple bağlanmış bir kurbağa gibi kağıdın üstünde pat pat etmeye başladı. Divit kağıda saplanıyor, gıcırdıyor, yalpalıyor, engellenemez biçimde kenara kayıyor ve ortaya kopuk, eğri büğrü, anlamdan yoksun, biçimsiz çizgiler çıkarıyordu. Parmaklar hala orada, savaştaydı ve kanı görüyor, tarifsiz acıların neden olduğu inlemeleri ve çığlıkları işitiyordu.
***Kural 11: Savaştan sonra umduğun cenneti yitirirsin!***
Pek çok şeyi unutmakta olduğumu, korkunç derecede dalgınlaştığımı ve tanıdık yüzleri karıştırmaya başladığımı fark ettim ; hatta basit bir sohbette bile kelimeleri bulamıyor, bazen de kelimeyi bilsem de ne anlama geldiğini bir türlü çözemiyordum. Bundan sonra günlerimin neye benzeyeceğini apaçık görmüştüm: Boş ve esrarengiz yerler ve bir türlü hatırlayamadığım uzun bilinçsizlik ve hissizlik saatleriyle tuhaf, kısa ve tıpkı bacaklarım gibi kopuk günler.
***Kural 12: Savaş sen öldükten sonrada devam eder!***
...ne mutlu ki geçen hafta, cuma günü öldü. Tekrar ediyorum, kardeşim için bu büyük bir mutluluk. Her yeri titreyen, ruhu parçalanmış bacaksız bir sakat olarak deliliği andıran o yaratıcılık sarhoşluğu içerisinde korkunç ve acınasıydı. O geceden itibaren tam iki ay boyunca koltuğundan kalkmadan, yemeden ve içmeden yazdı, kısa süreliğine onu masadan uzaklaştırdığımızdaysa ağlayıp lanetler okudu.
***Kural 13: Savaşta deliren yaşasa bile daha az deli değildir!***
Bir kere bile savaşı hatırlamamıştı ve karısıyla oğlunu hatırlamamıştı bir kere bile; bitmek tükenmek bilmeyen hayali çalışması öyle kesintisiz yutmuştu ki dikkatini, ondan başka hiçbir şeyin doğru dürüst farkına varamıyordu bile. Yanında yürüyüp konuşsanız dahi bunu fark etmiyordu ve yüzü bir an olsun yitirmiyordu o dehşetli gerginlik ve esin ifadesini. Herkes uyurken tek başına usanmadan deliliğin sonsuz ipini eğirdiği suskun gecelerde korkunç görünüyordu ve benden başka yalnız annem cesaret edebiliyordu yanına yaklaşmaya.
***Kural 14: Gerçek savaş insanın kendi içinde yaşadığıdır!***
...önüne geçilmez bir kuvvetle sokağa koşup insanların toplandığı meydana çıkmak ve bağırmak istiyorum: - Ya şimdi savaşı bitirirsiniz, ya da ... "Ya da" ne? Akıllarını başlarına toplamalarını sağlayacak, yüksek sesle söylenecek yeni yalanlarla cevaplanmayacak kelime kaldı mı dünyada? Ya da önlerinde diz çöküp ağlamak mı gerek? Ama zaten yüz binler gözyaşlarıyla yıkamıyor mu dünyayı, faydası var mı hiç? Ya da gözleri önünde kendini öldürmek mi gerekiyor? Öldürmek! Her gün binler ölüyor, peki bunun faydası var mı?
***Kural 15: Savaşta her daim taze kanlara ihtiyaç vardır!***
Gazetelerse her gün yeni asker ve taze kan talep ediyor ve bunun ne anlama geldiğini her geçen gün daha az anlayabiliyorum.
***Kural 16: Savaş en çokta düşüncelere sızar!***
...şimdiden düşüncelerimin yarısı benim olmaktan çıkmış durumda. Vebadan ve onun korkunçluklarından da kötü bu. Vebadan saklanacak bir yer bulmak, bazı önlemler almak mümkündü hiç değilse, ama ne mesafe, ne de engel tanıyan ve her yere sızabilen düşünceden nasıl saklanabilir insan?
***Kural 17: Savaşta çocuklar hep asker doğar!***
Çocuklar, küçük ve henüz masum çocuklar. Sokakta askercilik oynayıp birbirlerinin peşinden koşarken gördüm onları, bir tanesi incecik çocuk sesiyle ağlamaya başlamıştı bile, dehşet ve tiksintiden içim titredi. Ve evin yolunu tuttum; gece oldu ve gecenin ortasında bir yangını andıran ateşli hayaller içinde bu küçük ve henüz masum çocuklar katil çocuk ordusuna dönüştü.
***Kural 18: Savaşta her gün aynı dündür!***
...çarpışma sekiz gündür devam ediyor. Geçen cuma başlamıştı; cumartesi, pazar, pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe geçti, yeniden cuma oldu ve o da geçti, çarpışmaysa hala devam ediyor.
***Kural 19: Savaştan sonra kendin gibi kalamazsın!***
Bu çılgın kıyım ne zaman bitecek! Uzunca bir süredir, belki de birkaç yıldır görmediğim bazı tanıdıkların yanında hiç ummadığım bir anda, savaştan dönmüş deli bir subaya rastladım. Kendisi okuldan arkadaşımdı, ama onu tanıyamamıştım; kendisini doğuran annesi de tanıyamamıştı gerçi: Eğer bir yıl mezarda yatmış olsaydı, geri döndüğünde kendine şimdikinden daha çok benzerdi.
***Kural 20: Savaşta kuşlar dostun değildir!***
Leş kargaları bağırıyor. Duyuyor musun: Leş kargaları bağırıyor. Nereden geliyor bu kadar çok kuş? Gökyüzünü karartıyorlar. Korkuyu bir kenara bırakıp yanımıza oturuyorlar, her yere birlikte gidiyoruz ve her zaman kara dantelli bir şemsiye veya kara yapraklarıyla hareket eden bir ağaç gibi üstümüzdeler. Bir tanesi yüzüme kadar sokulup beni gagalamak istedi, herhalde öldüğümü düşünüyordu. Leş kargaları bağırıyor ve bu beni biraz endişelendiriyor. Nereden geliyor bu kadar çok kuş?
Rus yazar Leonid Andreyev’e ait savaşın yıkıcılığını anlatan bu kitap daha uzun yazılabilir miydi? Bence hayır!
Savaşın anlamsız ve acımasız uzunluğu gibi bu hikâyeyi de uzatmamak gerekirdi. Savaş neyse sadece onu yazmak, hem içinde hem de dışındaki deliliği, çılgınlığı anlatmak ve sadece çiçekler ve şarkıları anlamak için yeterli uzunluktaydı.
Uzun uzun savaş naraları atanların hepsi düşmanımdır benim, kısa yoldan barışı isteyenlerin hepsinin dostum olması gibi…
Tarihin en eski savaş strateji kitaplarından biri olarak bilinen ve MÖ. 6 yy’da yazıldığı tahmin edilen Sun Zu ‘nun Savaş Sanatı kitabında dediği gibi; “***En iyi savaş, savaşmadan kazanılandır.”***
Başka bir bölümde görüşmek üzere, Sağlıcakla kalın 🤗
Comments