top of page

HAVUZUN ÇATLAĞI VE ALICE’İN HİKAYESİ (Yüzücüler)



Aşağıda, suyun sıcaklığı her zaman 27 derece olan bir havuz var. Sabahları, akşamları, öğle vakitleri ve özellikle hafta sonları müdavimleri tarafından doldurulan bu havuz, insanları yukarıdaki hayatın karmaşasından bir süreliğine de olsa uzaklaştırıyor. İşten, evden, aile baskısından, müzmin hastalıklardan, yalnızlıktan… Sırf bir değişiklik olsun diye gelenler de var, hayata tutunmak için, hayattan kaçmak için, birinden, bir şeyden, hatta kendinden kaçmak için gelenler de. Kimileri kendini bulmayı, kimileri onu tekrar hatırlamayı, kimileri ise kendini unutmamayı umuyor.


Bir gün, havuzun dibinde, yalnızca 20 santimetre uzunluğunda, bir saç teli kadar ince bir çatlak beliriyor. Önemsiz gibi görünen bu çatlak, zamanla havuz sakinlerinin huzurunu kaçırıyor. Araştırma ekipleri olay yerine akın ediyor: tesisin cankurtaranı, müdürü, duvar ustaları, belediyenin jeofizik mühendisleri, sismik araştırma uzmanları, ilgili bakanlık yetkilileri… İnceliyorlar, ölçüyorlar, hesap yapıyorlar.


Ancak çatlak, zamanla başka bir anlam kazanıyor. Kimi için bir kehanet habercisi, kimi için kıyametin ayak sesleri… Bir felaketin işareti mi, yoksa bir uyarı mı? Son çıkış noktası mı, yoksa bir müjde mi? Tanrı’nın son mesajı mı? İnsanlar, çatlağı ne anlama geleceğini bilmedikleri bir sembol haline getiriyor.


Sonunda havuz, "yenilenme" bahanesiyle kapatılıyor. Ve işte, hikâyenin ikinci kısmı başlıyor…


ALICE VE BELAVISTA


Havuz kapanınca, düzenli yüzücülerinden Alice’in zihninde de tıpkı havuzun dibindeki çatlak gibi küçük boşluklar belirmeye başlıyor. Günlük ritimlerini unutuyor, alışkanlıklarını kaybediyor. Bir süre sonra Belavista adlı bir bakım merkezine yatırılıyor. Burası, unutmanın en saf halini yaşayan insanlara – demans ve Alzheimer hastalarına – bakım hizmeti sunan bir yer.


Alice zamanla geçmişini yitiriyor. Bir zamanlar kim olduğunu, neleri sevdiğini, hangi kararların onu buraya getirdiğini hatırlayamıyor. Ve insan, hafızasını kaybettikçe, yaşamını da kaybediyor gibi hissediyor.


Bazen keşke başka bir hastalığım olsaydı, diye düşünüyor Alice. Kansere yakalansaydı belki daha iyi olurdu, ya da bir kalp hastalığına. Belki beynine bir kurşun saplansaydı… Ama şimdi, tüm anıları yavaşça siliniyor. Ve geçmişe dönüp baktığında, yaptığı ya da yapmadığı şeylerin pişmanlığı içinde boğuluyor. Daha fazla kitap okumalıydı, daha fazla risk almalıydı. O Muhteşem Kitaplar kursuna yazılmalı, tatil hakkını sonuna kadar kullanmalıydı. Dolabın derinliklerine sakladığı topuklu ayakkabıları giymeliydi.


Kısacası, yaşamalıydı.


Ama o ne yaptı? Kendini riske atmadan, sabit bir yolda ilerledi. "Bir dahaki sene" dedi hep. Ve işte, o "bir dahaki sene" geldi ama artık Paris'e gidemeyecek. Hiçbir zaman akıcı bir Fransızca konuşamayacak. Nous sommes désolés. Üzgünüz. Çünkü parti bitti.


Belavista’da kim olduğunuzun artık bir önemi yoktur. Geçmişte ne olduğunuzu kimse bilmez, kimse de umursamaz.


Belki Alice bir otobüs şoförüydü. Norman gibi… (23 numaralı odada, otuz sekiz yıldır gittiği güzergahta bir gün yolunu kaybeden adam.)

Belki bir İngilizce öğretmeniydi. Beverly gibi… (41 numaralı odada, derste öğrencilerinin yorumlarını takip edemeyen kadın: "Gösteren ve gösterilen arasındaki fark nedir?")

Belki büyük bir eyaletin valisiydi. William gibi… (33 numaralı odada, "Maine miydi?" diye soran adam.)

Belki sağlık masrafları tahsilatçısıydı. Vera gibi… (17 numaralı odada, kocasına üç gün üst üste aynı kravatı satın alan kadın: "Beğendin mi?" "Bayıldım!")

Belki emekli bir pembe dizi oyuncusuydu. Peggy gibi… (27 numaralı odada, her sabah repliklerini unuttuğunu sanarak panikle uyanan kadın.)

Belki de sadece unutmaya mahkum biriydi.


Ve Belavista’da önemli olan tek şey, artık kim olduğunuzdur.


Tabii, bol güneş alan, doğa manzaralı bir odada kalmak isterseniz, ek ücret ödemeniz gerekecek. Çünkü yapılan araştırmalara göre, doğa manzarası gören hastaların beyinlerindeki beyaz madde azalması daha yavaş ilerliyor. Eğer tuğla duvarlara bakan bir odada kalıyorsanız, zaman daha acımasız işliyor.


Alice bir zamanlar kimdi, neydi, ne olmak istemişti… Artık kimse hatırlamıyor. Kendisi bile.


Ama önemli mi? Zaten yaşamak yerine hep "bir dahaki sene" diyerek ertelemedik mi her şeyi?



Comments


bottom of page