top of page

George Orwell’in Aspidistra’sı ve Kapitalizm

George Orwell denildiğinde akla ilk gelen eserler genellikle distopya türünün mihenk taşı sayılabilecek 1984 ve La Fontaine’in konuşan hayvanlarının daha vahşi bir yansıması olan, adım adım despotlaşan bir yönetimi anlatan Hayvan Çiftliği olur. Ancak Orwell, yalnızca bu iki eserle sınırlı bir yazar değildir. O, totaliter rejimlerin gölgesinde bireyin özgürlüğünü sorgulayan, toplumsal adaletsizlikleri eleştiren ve gerçekleri acımasız bir berraklıkla ortaya koyan bir düşünce adamıdır.


Bu bölümde ele almak istediğim kitabı ise Orwell’in sistem eleştirisini, sınıfsal eşitsizliği ve kapitalizmin acımasız yönlerini ele aldığı Aspidistra olacak.


Aspidistra, koyu ve uzun yeşil yaprakları olan, bakımı kolay, özellikle 19. ve 20. yüzyılda pek çok orta sınıf İngiliz evinde bulunan sıradan bir ev bitkisidir. Ancak Orwell, bu bitkiye çok daha sembolik bir anlam yükler. Kitapta aspidistra, başkahraman Gordon Comstock’un nefret ettiği orta sınıf algısının ve kapitalist düzenin bir sembolüdür.


Roman, 1930’ların Londra’sında, orta sınıftan bir birey olan Gordon Comstock’un hayatına odaklanır. Gordon, yetenekli bir şair ve yazar olma potansiyeline sahip, zeki ve duyarlı bir karakterdir. Ancak dönemin kapitalist düzenine ve para odaklı yaşam tarzına derin bir nefret besler. Böylece Aspidistra bitkisi ve onun temsil ettiği değerlerle savaşı başlar. Gordon’a göre modern yaşam ve kapitalist sistem, insanları tektipleştirerek, fikirlerini kısırlaştırmakta, sanatsal yaratıcılıklarını öldürmekte, bireyleri sisteme hizmet eden kölelere dönüştürmektedir. Bu yoğun düşünceleri sebebiyle Gordon, hayatını kazandığı düzenli işini bırakır, daha küçük bir eve taşınır ve özgürlüğü bulacağını düşünür.


Fakat işler hiç de planladığı gibi gitmez.

Başlangıçta yoksulluk ona bir tür özgürlük hissi verse de zamanla bunun zorluklarıyla yüzleşir. Düşük maaşlı bir kitapçıda çalışmaya başlar, yazdığı şiirlerle sanatsal bir çıkış yolu arar, ancak parasızlık onu fiziksel ve zihinsel olarak köreltir. Yoksulluk, sosyal ilişkilerini de etkiler; sevgilisi Rosemary ile olan ilişkisi maddi imkânsızlıklar yüzünden sürekli sınanır. Rosemary, Gordon’u sevmesine rağmen onun inatçı tutumundan rahatsızdır ve daha rahat bir yaşam ister. Gordon ise bunu kapitalist düzenin bir dayatması olarak görüp karşı çıkar.

Ancak romanın sonunda Gordon’un direnişi kırılır. Rosemary’nin hamile olduğunu öğrenmesi, onun için bir dönüm noktası olur. Bu haberle birlikte, Gordon sorumluluklarının farkına varır ve küçümsediği “saygın” hayata dönmeye karar verir. Eski işine geri döner, Rosemary ile evlenir ve bir apartman dairesine taşınır. Ve ironik bir şekilde, yeni evlerinde bir aspidistra bitkisi de vardır. Gordon, bir zamanlar nefret ettiği bu sembole artık karşı çıkmaz; aksine, onu kabul eder. Roman, Gordon’un ideallerinden vazgeçip toplumsal normlara boyun eğmesiyle trajikomik bir şekilde sona erer: O, özgürlüğünü koruma savaşını kaybetmiş, kapitalist düzenin bir parçası haline gelmiştir.


Romanın temel fikri, bireyin toplumsal düzenle ve onun oluşturduğu sistemle uzlaşmaz bir çatışma içine girdiğinde, genellikle sistemin galip geldiği fikridir. Gordon Comstock, paranın ve maddi rahatlığın insan ruhunu körelttiğine inanarak bu düzene karşı çıkmış. Ancak yoksulluk, onu hayal ettiği gibi özgürleştirememiş; aksine, onu yalnızlaştırmış ve giderek tüketmiştir. Sevgilisi Rosemary’nin de beklenmeyen hamileliği buna eklenince Gordon’un ideallerinden vazgeçmesini zorunlu olmuştur. Sonunda, bir zamanlar savaş açtığı orta sınıf yaşamı ve onun kapitalizm anlayışı saydığı Aspidistra' yı kabul ederek, kendi elleriyle penceresinin kenarına yerleştirip dostça selamlar…

"Para, para, her şey para! Huzur içinde yazmak için paraya sahip olmadan tek bir şiir dizesi bile yazabilir misin? … Yoksulluk, manevi bir ağız kokusundan başka nedir ki."


Ve böylece Gordon Comstock, kaçınılmaz bir şekilde sistemin içine geri çekilmiş olur.


Başka bir bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın!

Comments


bottom of page