top of page

Şeytan'ın Günlüğü


Günün birinde, cehennemde canı sıkılan Şeytan, zengin Amerikalı milyarder Henry Wandergood'u öldürüp onun yerine geçer. Ancak bu, onun bir katil olduğunu kanıtlamaz; zira Bay Henry, kanlı canlı bir şekilde yaşamaktadır. Hangi hâkim, karşısında dimdik duran bir adamın aslında ölmüş olduğuna inanır ki? Hele ki, iddia sahibi bizzat Şeytan'ın ta kendisiyse… Unutmayın! Şeytan’ın en büyük kandırmacası, insanları onun var olmadığına inandırmaktır.


Can sıkıntısıyla insan bedeninde dünyaya gelen Şeytan'ın bir de yardımcısı vardır: Toppi. O da elbette insan kılığındadır. Hikâyemizin kahramanları, uzun ve bol öğürmeli bir gemi yolculuğunun ardından İtalya'ya varır ve oradan trenle Roma'ya geçerler. Ancak yolculukları, beklenmedik bir kazayla kesilir. Raydan çıkan tren devrilmiş, pek çok yolcu yaralanmış ve ölmüştür. Ölenlerden biri de genç uşak George’tur. Henry Wandergood, yani Şeytan, trenden çıkarken onun cansız bedenine basarak tırmanmak zorunda kalır. İlk kez ölümlü bir varlığın ağırlığını hisseder ve bu durum onu derinden sarsar.


Ancak kısa sürede yeni kimliğine alışır. Amerikalı milyarder Henry Wandergood olarak insanlarla kaynaşmaya başlar. Özellikle din adamlarının ona olan ilgisi ve kutsallık üzerine yaptıkları sohbetler, görülmeye değerdir. Çünkü Bay Wandergood’un elinde iyilik için harcanmak üzere ayrılmış tam üç milyar dolar vardır! Ne de olsa böylesine büyük bir servet, insanın yalnızca cebini değil, inancını da sorgulamasına neden olur. Üstelik bu meblağın 1917 yılında ne kadar büyük bir değer taşıdığını düşünürsek, durum daha da ilginç bir hâl alır.


Hikâyeye bu noktada yeni bir karakter dahil olur: Thomas Magnus. Kendisi bir mizantrop, yani insanlardan tiksinen bir adamdır. Öyle ki, bazı yerlerde onun Şeytan’ın alter egosu olduğu bile söylenebilir. Çünkü Şeytan, dünyada kaldığı süre boyunca giderek insani özellikler kazanırken, Magnus giderek daha şeytani bir figüre dönüşmektedir.


Henry Wandergood, elindeki servetle dünyaya ve insanlara gerçekten yardım edebileceğini düşünür. Ancak bu saflığın içinde, şeytani bir kibir de gizlidir. Onu asıl sarsan ise, dünya üzerindeki Meryem’in yansıması olarak gördüğü Maria ile tanışmasıdır. Maria, genç, güzel, saf ve sevgi dolu bir kadındır. Üstelik Thomas Magnus’un kızıdır.


Şeytan, Maria’nın aşkına karşılık alabilmek için her şeyini feda etmeye hazırdır. Tüm mal varlığını, kızına evlenme sözü verdiği Thomas Magnus’un yönetimine bırakır. Ancak hiç beklemediği bir gerçekle yüzleşir: Thomas Magnus aslında bir dolandırıcıdır ve Maria onun kızı değil, sevgilisidir.


Bu ihanetin yarattığı öfkeyle Henry Wandergood, yani Şeytan, kim olduğunu yüksek sesle ilan eder. Ancak herkes onun delirdiğini düşünerek kahkahalarla güler. Yaşadığı büyük kaybın ardından saçmaladığını sanırlar. Şeytan, insan olmanın ne anlama geldiğini acı bir şekilde öğrenirken, Thomas Magnus ona şu sözlerle seslenir:

"*Sevgili dostum, eğer gerçekten Şeytan’san, buraya gelmek için çok geç kaldın. Söylesene, neden geldin? İnsanları yoldan çıkarmak için mi? Bizi kendi müziğinle dans ettirmek için mi? Eğer öyleyse, çok geç kaldın! Artık dünya, senin yeteneklerine ihtiyaç duymuyor. Seni bu kadar kolay kandırıp paranı cebine indiren benden, Thomas Magnus’tan bahsetmiyorum bile… Maria’dan da bahsetmiyorum. Şu mütevazı dostlarıma bak da utan: Böyle etkileyici, korkusuz ve her şeyi yapmaya hazır iblisleri senin cehenneminde bile bulamazsın!"*


Genç yaşta kalp yetmezliğinden hayata veda eden Rus yazar Leonid Andreyev’in son kitabı olan Şeytan’ın Günlüğü, insan olmanın ve insan kalabilmenin zorluklarını ele alan önemli bir felsefi deneme niteliğinde. Şeytan bile insan olmayı başaramazken, insanoğlunun içindeki şeytanı bastırabilmesi mümkün müdür? Kendi içimizde şeytan dahi olsak, etrafımızda dolaşan ve kendine insan diyenlerin bizden çok daha şeytani özellikler taşıdığını fark edebilir miyiz?


"En kötüsü de; dünyadan hırsını alamamış olanın ağzını cehennem ateşiyle yıkamış olmasıydı. ‘Ben’ demenin en büyük harfli halini, kibrin alçakça ardına saklandığı gönüllülük halini, aralarına katıldığı imansızlar cemaatini ve her gece kendi elleriyle yontup, her sabah tapınmak için önünde eğildiği putunu göstermemek için çabalıyordu.


“Kimsin sen?” diye sordum. “BEN,” dedi, ‘Dünyaya kıyameti getirecek olanım. Yeryüzünde yaşayan ne kadar ruhu sakat, bedeni sakil, gözü aç, inancı yavan, cümleleri yalan insan varsa; onlara bir o kadar daha ekleyecek olanım.


’‘Şeytansın yani!’ dedim.


“Belki,” dedi sakince, ‘Lakin ben de senin gibi bir insanım. İçimde hem Tanrı’yı hem de İblis’i taşıyan…’”


Bu düşündürücü roman için kitaplığınızda mutlaka yer açın derim. Hem keyifli hem de sarsıcı bir okuma deneyimi vaat ediyor.


Başka bir bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın! 🤗

Yorumlar


bottom of page